Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Mansur tan

Yoğun betimleme anlatıları ile harikulade bir roman
Kaan Arslanoğlu'nun okuduğum ikinci romanı olan "İntihar: Zamanımızın Bir Kahramanı" okuması oldukça yorucu olan eserlerden biri. Kitabı okuyabilmek için gerçekten dingin bir zihne ve oldukça serbest zamana ihtiyacınız var. Az önce bahsettiğim teknik meseleler dışında, olay örgüsünden karakterlerin işleniş biçimine ve zaman mekan betimlemelerine, sık tekrarlanan geçmişe dönüşlere bayıldığımı itiraf etmeliyim. Kaan Arslanoğlu'nun kendisini sahaf raflarında dolanırken SESSİZLİK KULELERİ -2084- isimli romanı ile keşfetmiştim ve SESSİZLİK KULELERİ -2084- isimli romanla birlikte ben bu adamı okumalıyım diyerek
İntihar
İntihar
İntihar: Zamanımızın Bir Kahramanı kitabını almıştım ve sanırım diğer romanlarıyla da devam edeceğim.
Reklam
Tembellik Hakkı
Sözlerime şöyle bir eleştiri cümlesi ile başlamak istiyorum. "Durumumuz o kadar vahim ki, bizler ücretli kölelik edenler böyle bir hakkın neden olamayacağını hatta OLMAMASI gerektiği ile cümleye başlayacak ve anlamaktan daha çok tüketim öznesi haline dönüşmüş bedeni ile yargılarını sıralayacaktır." Burjuvazinin amacının her zaman için sömürü olduğu değişmez bir gerçek olması ile birlikte, bu sınıfın proletarya için köle düşüncesi olduğuda değişmez bir gerçektir. Asgari şartlarda azami çabalar talep eden bu sisteme karşı, emeğin asıl sahibi olan bizlerin sinmişliği, kabul etmişliği ve tükettikçe var olduğunu bildiği öz benliğini yitirmişliği büyük resmin en vurucu karesidir. %1'in %99'a hükmettiği bir sistemde ne özgürlükten, ne haktan ve nede yaşamaktan söz edilebilir.
Tembellik Hakkı
Tembellik Hakkı

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
İçe göçme
Hisler, "Sabır Taşı" ve Karakter Aşınması.
Reklam
Yalnız kalmak istemeyişinizi anlıyorum, çünkü yalnızlıkta bir hesaplaşma sizi bekliyor.
Camın ardında fıstık çamları kesintisiz bir akışla suluboya bir fon oluşturuyordu.
Sizce ifade özgürlüğünün sınırları var mıdır? O sınır, nerede başlar/biter?
" Her kim bir yetenekle, bir yetenek için doğmuşsa en iyi hayatı onun içinde bulur. " Bu yüzden kişinin ne olduğunu, kim olduğunu bilmesi gerektiğini, avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Duy sesimi beşer, kimsin sen ? şüphesiz sen, sen değilsin. İçine bak beşer..
Her ne kadar yozlaşmış toplumun fertleri beni zaman zaman bireysel düşünmeye itse de karşı konulamaz bir şekilde bütünün kendisi tasalandırıyor beni. Bütünün kendisi ilgilendiriyor beni..
Reklam
Gördüm.. Trende, otobüste, yolda veyahutta bir çift gözde. Çatlaklarından derinliklerini önce ve sonra sızısından sebebini. İlk görüşte basit bir çatlak olarak addettim ama fark ettim ki mesele çok daha karmaşık ve derin. Bir toplumun bir çift göze yansıması basit imgelerle nasıl ifade edilebilir ki ? ediliyor işte. Bir başladım mı sormaya ve
Gözlerimdeki kırmızılar kadar Uyumadığım gecelerin ayazları var Ellerimde, bileklerimde ve göğsümde. Kelimelerimde ki ekşi tat kadar Ellerimle tutup bilekleklerimde gezdirdiğim acılar var. Yollara sor biriktirdiğim baharları
Sevgili anneciğim, Alnındaki çizgilerden yol yaptım Göz yaşların yüreğimin kirini pasını sildi Ve ben sevmeyi senden öğrendim. Çok ağladım sana bir şeyler yazarken Çok az şey sığdırdım satırlara Çok hasret ektim izmir İstanbul yoluna Gönlüne gurbeti yaşattığım için affet beni Üzülme diye anlatmadığım o kadar şey var ki Sanırım bunlar büyüttü beni Bunlar lime lime ederken etimi Sadece senin hayalinle dirildim Sen, Acılarıma şifa özlemlerime kavuşma Sen, Yaşamak için bir sebep oldun… 17/05/20 15:20
Şu sıralar tanıdık eski bir hüznün, pespaye bir boşluğun ve hiçliğin içerisindeyim. Her biri bir yandan çekiştiriyor. Böyle zamanlar genelde ne yapacağımı bilmediğim zamanlar oluyor. Denklemi çözemiyorum, çözmek için yeltenmiyorum ama yeltensem de çözemeyecekmişim gibi geliyor. Nereden tutsam kopuyor diyemiyorum çünkü mesele nereden tutacağımı bilmemem zaten. Mesele kararsızlığın ya da yürünen yoldan eminliğinin yanılgısı ile karşılaşmak. Bu çölün ortasındaki bir asfaltta 50 derecenin altında susuz ve aç yürümek gibi; ölümü bilerek ama yinede adım adım ölüme yürümek gibi. Bu, seçiminin sana ait olmasının güzelliği ile seçiminin sonucunu göğüslemenin ağırlığı altında ezilmek ama bir kere düşersen kaldıranın olmayacağını bilerek hareket etmek gibi çözümsüz bir soruya dönüşüveriyor. Gibiler çoğaldıkça ben azalıyorum, sanırım yürümeye devam etmek ve düşmemek en iyisi. Benim gibiler hep kendinden yer kendini tüketir. Tükenene kadar devam o halde..
Çocukken de her şey bu kadar boktan mıydı, yoksa büyüdükçe mi bu boktanlık olağan hal aldı ?
Sarı bir son bahar anımsıyorum. İstikametim Karşıyaka Çarşı. İnsan selinin arasında yürüyor, yolun sonundaki deniz ile kesişiyorum. Tan vakitlerinde hafiften esen tatlı bir rüzgâr ile sahil boyunca yürüyorum. Burnumda denizin tuzlu kokusu. Gün yavaş yavaş kayıyor gözlerimden, adımlarım ağır ve ben bu şehirde yeniden doğuyorum. Denize sıfır taştan bir yükseltide ayaklarım sarkık bir şekilde oturuyor, suyun gelgitine veyahut seslenişine kulak veriyorum. Dalgaların ve insan kalabalığının uğultusundan başka bir şey duymak istemiyorum. Saçlarım özgürlük şarkıları haykırıyor, gözlerim ritim tutuyor ve kalbim bu şehir için atıyor. Betonarme ve dar sokakların aralarında amaçsızca yürüyor adeta demleniyorum. Parmaklarımda yüzüklerim, ayağımda vanslar ve kottan kestiğim kaprilerim. Bir hikâye yürütüyorum ardımda, yürüğüm sokaklarda hikayeler var biliyorum. Bu şehir hikayesi olanın bir tek ben olmadığımı yüzüme vuruyor, bunu çok seviyorum. İnsanın memleketinin/ evinin, ekmeğini yediği terini akıttığı yer olduğunu düşünüyorum. Evde olduğumu bilmek hissetmek en karanlık günlerde bile koca şehre sığınmamı sağlıyor. Bir kentle kucaklaşıyor, omuzlarında ağlıyorum...
Reklam
Usulca uzaklaşıyorum sizlerden, kırmadan, dökmeden ve incitmeden. İnsanlara ve vicdanlara yaraşır ne varsa işte, adını koyamadığımız, yerine getiremediğimiz ondan olacak bedbaht sonumuz. Öleceğiz bir kere kalben, sonra da fikren. Bir daha doğuramayacak hiçbir ana bizi, bir daha sevmeyecek hiçbir yürek bizi. Yüzümüz olmayacak bir kere, değersiz bedenlerimizde, güzel olan yüreklerimize bakarken. Olmayan vicdanlardan dağıtılan yargılar, hakimsiz duruşmalar, ve pişkin bir davalı getirecek sonumuzu. Ne ben Sokratesim, ne de sizler çok sayın jüri. Şayet gün gelir, yel eser baharlar kış olur, suçlular hakim baldıran zehrine olan hasretim o vakit son bulur. 12 Eylül 2018
Aynanın karşısına dikildim. Aynadaki kendime uzun uzun baktım. Ayak parmaklarımdan başladım yargılamaya. Bacaklarım, kalçalarım ve karnım derken yavaş yavaş suratıma doğru yol aldım. Kendime şunu hatırlattım, gördüğün her şey gelip geçici. Önemli olan kafanın içindeki. Önce her şey bir toz bulutuydu, sonra her şey ondan doğdu misali önce her şey fikirdi. Bütün bir ben, bu fikrin vasat bir mahsulü idi. Ekinleri ateşe verebilir ve yeni bir mahsul elde etmek üzere tohum ekebilirdim, yeni fikirlere gebe kalabilirdim. Zordur fikir gebeliği, düşünmekle başlayıp harekete geçmekle devam eden ve bazen hiç sonu olmasa da bu yolun, bazende sonu bellidir. Sırf bundan ötürü, ya yol güzel olduğu için ya da yolun sebebinden yürünür kılınır bütün fikirler. Ben o yolun en uzununu yürümek üzere çıktığım bu beşeriyette adımlarımı deli bir filozofun nasır tutmuş tabanlarından gayrı, ayrı bilmeden yürümeye ant içtim. Düşündüklerim ile söylediklerim ve düşleyip elde edemediklerim arasında büyüyüp duruyor, bence biraz hayalperest biraz gerçekçi yaşıyorum. Ne olursa olsun, aynadaki bene bakıp gördüklerim ile çocuğuna bağırmaya kızmaya kıyamayan bir annenin şefkatli gülümsemesini takınıyorum. Ona bunun yanlış olduğunu söylemekle birlikte, ona böyle böyle büyüyeceğini hatırlatıyorum. Deki onlara aynada kendile baş başa ettiğin sohbetin tadı ve kalitesi toplumun bu durumun acayipliğini vurgulamasından çok daha ehemmiyetli. Kendine dön beşer, umut içinde, yol içinde. Önce kendini keşfet beşer.. 31/05/20 - •17.43•