Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Emre Yılmaz Başka Şeyler

Emre Yılmaz Başka Şeyler
@Em_re
Neyi okuduğuna dikkat et. Tüm okudukların tek bir kitaptan çıktı. O kitap EVREN'den başkası olabilir mi? Makrodan mikroya...
Yolum, yoldayım, yoldaşım
Üniversite
İstanbul
İstanbul
175 okur puanı
Kasım 2018 tarihinde katıldı
Bir insan bir insanı bir şey görür, bu hayattır. Bir insan bir insanı birçok şey görür, bu sevgidir. Bir insan bir insanı her şey görür, bu aşktır. Bir insan bir insanı hiçbir şey görür, bu doğu'dur. Bir insan bir insanı görmez, bu ölümdür.
Reklam
İnsanın aklı her zaman iki imkânsız şeyi yapmaya çalışır. Birisi yapılamaz bir şey olan, geçmişi yeniden düzenlemektir. Geçmiş gerçekleşmiştir. Geçmişe gerçekten gidemezsin. Geçmişe gitmeyi düşündüğünde, en iyi ihtimalle onun anılarına gidebilirsin, o gerçek geçmiş değildir, o sadece bir anıdır. Geçmiş artık yoktur, dolayısıyla onu yeniden düzenleyemezsin. Bu insanlığın gerçekleşmesi imkânsız amaçlarından birisidir ve insan bunun yüzünden çok acı çekmiştir. Geçmişi silmek istersin; nasıl silebilirsin ki? Geçmiş kesindir. Geçmiş, bir şeyin tüm potansiyelinin bittiği anlamına gelir; gerçek olmuştur. Artık onu düzenleme, silme ya da yeniden yapma potansiyeli yoktur. Geçmişle ilgili yapılacak hiçbir şey yoktur. Ve insan zihnini her zaman meşgul etmiş diğer imkânsız düşünce de geleceği kurmaktır; bu da, yine yapılamaz. Gelecek henüz olmamış olan demektir: Onu kuramazsın. Gelecek kurgulanmadan kalır, gelecek açık kalır. Gelecek saf potansiyeldir; gerçekleşmediği sürece ondan emin olamazsın. Geçmiş saf gerçekleşmedir; olmuştur. Artık onunla ilgili bir şey yapılamaz. Bu ikisinin arasında, şimdiki zamanda insan durup bu iki imkânsızlığı düşünür. O gelecekle ilgili her şeyden emin olmak ister; ve bu yapılamaz. Bunun kalbinde mümkün olduğunca derinlere inmesine izin ver: Bu yapılamaz. Şimdiki anını geleceği belirlemek için harcama. Gelecek belirsizliktir; bu geleceğin niteliği tam olarak budur. Ve zamanını geriye bakarak harcama. Geçmiş gerçekleşti, o ölü bir olgudur.
Batının yaklaşımı. Psikanalist hafızaya girer; orada çalışır. Çocukluğuna gider, geçmişine gider; geriye doğru gider. Sorunun nereden kaynaklandığını bulur; belki elli yıl önce sen bir çocukken annenle ilişkin yüzünden başlamıştır, o zaman psikanalist geri dönecektir. Elli yıllık hikâye! Uzun, sürüncemede kalmış bir iş. Hatta o zaman fazla bir yararı dokunmaz; bu sadece tek bir sorundan ibaret bir şey değildir. Bir tek sorunun tarihinin içine girebilirsin; otobiyografine bakıp sorunların sebeplerini bulabilirsin. Belki tek bir sorunu aradan çıkarabilirsin ama milyonlarca problem var. Şayet bir hayattaki sorunların hepsinin içine tek tek girmeye başlarsan, milyonlarca hayata ihtiyaç duyacaksın!

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Kızmamaya çalıştın, pek çok kereler bu kararı aldın ama hâlâ oluyor. Hırslı olmamaya çalıştın ama tekrar tekrar aynı tuzağa düştün. Kendini değiştirecek tüm şeyleri denedin ama hiçbir şeyin olacağı yok gibi. Hep aynı kalıyorsun. Ve ben burada diyorum ki basit bir anahtarı var; farkındalık. Buna inanamazsın. Nasıl olur da yalnızca farkındalık, başka pek çok şeyin bir yararı yokken yardım edebilir? Anahtarlar her zaman için çok küçüktür; anahtarlar büyük şeyler değildir. Küçücük bir anahtar çok büyük bir kilidi açabilir. İnsanlar Buda'ya: "Kızmamak için ne yapmalıyız veya hırslı olmamak için ne yapmalıyız veya seks ya da yemek konusunda takıntılı olmamak için ne yapmalıyız?" diye sorduklarında, onun cevabı her zaman aynıydı: Farkında olun. Hayatınıza farkındalığı getirin.
Farkındalık kişinin kendisini merkezlemesi, ruhsal ateşi elde etmesi için bir tekniktir. O, orada gizli; keşfedilebilir. Ve o bir kez keşfedildiğinde, sadece o zaman tapınağa girmek için yetkinleşiriz; önce değil, asla değil. Ama kendimizi sembollerle kandırabiliriz. Semboller daha derindeki gerçeklikleri göstermek için var ama biz onları kandırmacalar olarak kullanabiliriz. Tütsü yakarız, dışsal şeylere tapınırız ve bir şey yapmışız gibi huzur hissederiz.
Reklam
Şu ana kadar varolmuş veya varolacak tüm dinleri birleştiren özün ne olduğunu birisi bulmaya kalkarsa, sadece farkındalık sözcüğü bulunabilir. İsa bir öykü anlatır... Bir evin efendisi dışarı çıkmış ve hizmetçilerine sürekli tetikte olmalarını çünkü her an geri dönebileceğini söylemiş. Bu durumda günde yirmi dört saat tetikte kalmak zorundadırlar. Herhangi bir an efendi gelebilir, her an! Belirlenmiş bir an yok, belirlenmiş gün yok, belirlenmiş tarih yok. Belirlenmiş bir tarih olsa o zaman uyuyabilirsin; o zaman canın ne isterse yapabilirsin ve sadece belli bir tarihte hazır olursun çünkü efendi geliyor. Ama efendi, "Her an gelebilirim. Gece ve gündüz beni karşılamaya hazır olmak zorundasınız" demişti. Bu hayatın meselidir. Erteleyemezsin; her an efendi gelebilir. Kişi sürekli tetikte olmak zorundadır. Bir tarih belirlenmemiştir; bu ani olayın ne zaman gerçekleşeceği hakkında hiçbir şey bilinmiyor. Kişi sadece bir şey yapabilir: Tetikte ol ve bekle.
Eugen Herrigel bir Zen ustasının yanında öğrenciydi. Üç yıldır okçuluk öğreniyordu. Usta her zaman "İyi. Ne yapıyorsan hepsi iyi ama yeterli değil" diyordu. Herrigel'in kendisi de usta bir okçu oldu. Nişan alması yüzde yüz mükemmel hale geldi ama ustası hâlâ "Çok iyi gidiyorsun ama yeterli değil" diyordu. "Yüzde yüz mükemmel hedefi bulmayla!" dedi Herrigel, "Artık ne bekliyorsunuz? Nasıl daha ileri gidebilirim? Yüzde yüz doğruluk varken daha fazlasını nasıl bekleyebilirsiniz?" Zen ustasının şöyle dediği söylenir: "Ben senin nişanınla ya da okçuluğunla ilgilenmiyorum. Ben seninle ilgiliyim. Sen mükemmel bir teknisyen oldun. Ama okun yayı terk ettiğinde sen kendinin farkında değilsin, o yüzden nafile! Ben okun hedefe ulaşmasıyla ilgilenmiyorum. Ben seninle ilgileniyorum! Yaydaki ok gerildiğinde, içerde senin bilincinin de gerilmesi lazım. Hedefi kaçırsan dahi hiç fark etmez ama ruhsal hedef kaçırılmamalıdır ve sen bunu kaçırıyorsun. Mükemmel bir teknisyen oldun ama bir taklitçisin."
Araba sürüyorsun ve giderek daha hızlı ve daha hızlı gidiyorsun ve sonra hız tehlikeli olmaya başlıyor. O zaman düşünemezsin; düşünceler durur. O zaman rüya göremezsin. O zaman hayal kuramazsın. O zaman şimdiki an katılaşır. Her an ölümün mümkün olduğu bu tehlike anlarında içindeki bir merkezin ansızın farkına varırsın. Tehlike sadece tehlike anında bazen merkezinde hissettiğin için caziptir. Nietzche bir yerlerde savaşlar sürmelidir çünkü yalnızca savaşta bazen bir öz —bir merkez— hissedilir diyor. Çünkü savaş tehlikedir. Ve ölüm bir gerçek halini aldı mı, yaşam yoğunlaşır. Ölüm hemen yanı başındayken, yaşam yoğunlaşır ve sen merkezlenirsin. Kendinin farkında olduğun her an merkezlenme vardır. Ancak eğer bu koşullara bağlıysa, o zaman koşullar kalktığında yok olacaktır.
Birisi seni öldürmek üzereyken, o anda düşünemezsin; o anda bilinçsiz olamazsın. Tüm enerjin merkezlenir ve o an katılaşır. Geçmişe gidemezsin, geleceğe gidemezsin; her şey tam o ana dönüşür. Ve artık sen sadece katilin farkında değil, kendinin, öldürülenin de farkına varırsın. Bu belli belirsiz anda kendinde bir merkez olduğunu hissetmeye başlarsın. Bu nedenle tehlikeli oyunların cazibesi vardır.
Hakikati arayan birisi olan Maulungputra Buda'ya geldi. Buda ona sordu: "Ne arıyorsun?" Maulungputra: "Kendimi arıyorum. Bana yardım et!" Buda ondan ne yapmasını önerirse önersin yapacağına ilişkin söz vermesini istedi. Maulungputra ağlamaya başladı ve dedi ki: "Nasıl söz verebilirim? Ben olmadım; henüz olmadım, nasıl söz verebilirim? Yarın ne olacağımı bilmiyorum; söz verecek bir öze sahip değilim, o yüzden imkânsız olanı isteme. Deneyeceğim. En fazla bu kadarını söyleyebilirim; deneyeceğim. Ama her ne söylersen yapacağım diyemem çünkü kim yapacak onu? Ben söz verecek ve sözü yerine getirecek olanı arıyorum. Henüz o değilim." Buda: "Maulungputra bunu duyabilmek için sana bu soruyu sordum. Söz vermiş olsaydın, seni geri çevirirdim. 'Ne dersen yapacağıma söz veriyorum' demiş olsaydın, senin gerçek bir kendini arayan olmadığını anlamış olacaktım çünkü bir arayanın henüz olmadığını bilmesi gerekir. Yoksa aramanın maksadı nedir ki? Eğer zaten olduysan ihtiyaç yok. Olmadın! Ve bir kimse bunu hissedebilirse o zaman ego buharlaşır."
Reklam
Dünyan bırakılmak zorundadır. Senden talep ettiğim yegâne vazgeçme talebi budur. Karını terk et demiyorum, işini bırak demiyorum, parandan vazgeç demiyorum, hiçbir şeyinden vazgeç demiyorum, hayır! Sadece özel rüya âlemlerini terk et diyorum.
Bir karı-kocaya konuşurlarken bak; konuştukları bile söylenemez. Koca ofis hakkında, geliri hakkında düşünmekte; karısı yılbaşında giyeceği elbiseyi düşünmekte. İçerde ikisinin de kendi özel dünyaları var ancak özel dünyaları bir yerde buluşur —daha doğrusu çarpışır— çünkü karısının elbisesi kocasının gelirine bağlıdır ve kocanın geliri de karısının elbisesini karşılamak zorundadır. Karısı "sevgilim" der ama bu sevgilim sözcüğünün ardında elbiseler vardır; onları düşünmektedir. "Sevgilim" sözlüklerde yazıldığı anlama gelmez çünkü bir kadın her "sevgilim" dediğinde artık başka bir anlam ifade ediyordur ve adam endişelenir. Elbette bunu gösteremez çünkü birisi sana "sevgilim" dediğinde bunu gösteremezsin. O da: "Ne oldu canım? Nasılsın?" der. Ancak endişelidir çünkü gelirini düşünmektedir ve yılbaşı yaklaşmaktadır ve tehlike vardır.
Senin kendi dünyan var; uyuyakalmışsan kendi düşüncelerinle, kavramlarınla, hayallerinle ve arzularınla çevrilmişsin. Ne zaman birisiyle tanışırsan iki dünya çarpışır. Çarpışan dünyalar; durum bundan ibaret. İzle!
Bir kez farkındalığı bildiğinde, ona paha biçilemez; yaşamdaki en büyük mutluluğu biliyorsun. O zaman ansızın pek çok şey kolayca kaybolur; onlar aptalca, ahmakça bir hal alır. Motivasyon yoktur, arzu yoktur, rüyalar dökülmüştür. Kişi uykudaymış gibi davranmamalı ve konuşmamalıdır. Bu yegâne anahtardır: Uyanıkken tek bir ortak dünya vardır; uyuyanlarınsa her birinin kendi özel dünyası vardır. Rüyalar özeldir, kesinlikle özel! Rüyana kimse giremez. Bir rüyanı sevdiğinle paylaşamazsın. Karı-kocalar aynı yatakta uyurlar ama ayrı ayrı rüya görürler. Bir rüyayı paylaşmak imkânsızdır çünkü o hiçbir şeydir; nasıl olmayan bir şeyi paylaşabilirsin ki? Tıpkı bir köpük gibi; kesinkes var olmaz; paylaşamazsın onu, tek başına rüya görmelisin.
Normalde sen gevşek bir torbasın. Kristalleşme yok, merkez yok; sadece bir sıvı, sadece, merkezi olmayan bir sürü şeyin gevşek bir karışımı. Sürekli değişen ve yer değiştiren, içinde efendisi olmayan bir kalabalık. Seni bir efendi yapan şey farkındalıktır ve efendi derken bir kontrolcü demek istemiyorum. Bir efendi ol derken demek istediğim bir mevcudiyet olman; kesintisiz bir mevcudiyet. Her ne yapıyor ya da yapmıyorsan bilincinde sürekli olarak bulunması zorunlu olan şey, var olduğundur.
Öncelikle farkındalıkla ne anlatılmak istendiğini anlamak gerekir. Yürüyorsun. Pek çok şeyin farkındasın; dükkânların, yanından geçen insanların, trafiğin, her şeyin. Pek çok şeyin farkındasın, yalnızca bir şeyin farkında değilsin; ve bu da kendindir. Sokakta yürüyorsun, pek çok şeyin farkındasın ama kedinin farkında değilsin! Bu öz farkındalığını George Gurdjieff öz-anımsaması olarak adlandırmıştır. Gurdjieff, "Sürekli, nerede olursan ol kendini anımsa" der. Her ne yapıyorsan yap, sürekli olarak bir şeyi içinde yapmaya devam et: Onları yaparken kendinin farkında ol. Yemek yiyorsun; kendinin farkında ol. Yiyorsun, konuşuyorsun; kendinin farkında ol. Kızdığında, kızgın olduğunun farkında ol. Kızgınlığın orada olduğunu fark ettiğin anda hemen kızgın olduğunun farkında ol. Sürekli olarak özü anımsamak sende ince, çok ince bir enerji yaratır. Kristalize olmuş bir varlık olmaya başlarsın.
Reklam
Terk edilmesi gereken gerçek dünya zihindir, özel rüya âlemidir. Eğer onu bırakabilirsen çarşıda otururken bile Himalayalarda olursun. Eğer onu bırakamazsan, Himalayalarda da etrafında kendi özel dünyanı yaratacaksın. Kendinden nasıl kaçabilirsin? Nereye gidersen git kendinle birlikte olacaksın. Nereye gidersen git aynı şekilde davranacaksın. Durumlar farklı olabilir ama sen nasıl farklı olacaksın? Himalayalarda uyuyor olacaksın. Pune'da, veya Boston'da uyuman ya da Londra'da veya Himalayalarda uyuman ne fark eder? Nerede olursan ol rüya görüyor olacaksın. Rüya görmeyi bırak! Daha uyanık hale geç. Ansızın rüyalar kaybolur ve rüyalarla tüm ıstıraplar yok olur. Uyanıkken her gördüğümüz ölümdür, uyurken ise hayaller.
Beden farkındalığı
Bedenin ve onunla ne yaptığının farkında olmalısın... Bir gün Buda sabah konuşmasını yapıyordu ve bir kral da onu dinlemeye gelmişti. Buda'nın tam önünde oturuyordu ve ayak başparmağını sürekli olarak hareket ettiriyordu. Buda konuşmasını durdurup kralın ayak başparmağına baktı. Buda adamın ayak başparmağına baktığında elbette kral da onları oynatmayı durdurdu. Buda tekrar konuşmasına başladı ve kral tekrar başparmağını oynatmaya başladı. Buda sordu: "Neden böyle yapıyorsun?" Kral: "Sadece sen konuşmayı kesip ayak başparmağıma baktığında ne yaptığımın farkına vardım. Aksi taktirde bilincinde bile değildim." Buda şöyle dedi: "Bu senin başparmağın ve sen bilincinde bile değilsin... O zaman sen birisini dahi öldürebilirsin ve farkında bile olmayabilirsin!"
Sefalet
Sefalet bir bilinçsizlik halidir. Sefil durumdayız çünkü ne yaptığımızın, ne düşündüğümüzün, ne hissettiğimizin farkında değiliz; bu yüzden her an kendimizle çatışma halindeyiz. Eylem bir yönde giderken düşünce diğerinde gider, hisler ise bambaşka bir yere. Sürekli bölünüyoruz ve giderek daha çok parçalara ayrılıyoruz. Sefalet budur.