Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Engin Nazlı

Engin Nazlı
@Engin5252
Karaları deniz yapar dağları rüzgar yapıp kalbine yelken açarım
Teknoloji bölümü
Tekirdağ /Çerkezköy
Ordu /ünye, 1 Temmuz 1992
56 okur puanı
Ağustos 2020 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
Kızın gizemli gülümsemesi sinir bozucuydu, Jeff de holdeki rahatsız koltuklardan birine oturdu. Atkuyruklu bir kız ve sevgilisi Şöminenin yakınındaki Steinway'de "Heart and Soul‟ü çalıyordu. Jeff içeri girince kız gülümsedi ve el salladı. Jeff in kızın kim olduğu hakkında en ufak bir fikri yoktu, muhtemelen Judy'nin bir arkadaşıydı ve kim olduğunu uzun zaman önce unutmuştu ama yine de kafasıyla selam verip gülümsedi. Ferah holde sekiz-dokuz çocuk daha gözüne çarptı, her birinin arasında belli bir mesafe vardı. Kişinin elinde birer buket çiçek, bir diğerinin ise kalpli kutuda Whitman's şekerlemeleri vardı. Hepsinin yüzlerindeki soğukkanlı ifade içlerindeki o gergin beklentiyi gizleyemiyordu: Afrodit tapınağının kapısındaki talipler, Şatonun perilerini istemeye gelen, henüz sınavı geçememiş talipler. Randevu Gecesi, 1963.
Reklam
Direksiyona geçti ve arabanın kokusu ve hissi onda baş döndürücü birtakım duygular uyandırdı. Bu eski püskü koltukta yüzlerce, belki binlerce saat geçirmişti: Arabalı sinemalarda, Judy'yle birlikte arabaya yemek alırken, Martin ya da diğer arkadaşlarıyla veya yalnız başına yaptığı yolculuklarda - Chicago'ya, Florida'ya, bir keresinde ta Mexico City'e. Bu arabada ergenlikten yetişkinliğe adımını atmıştı, herhangi bir yurt odasından, evden ya da Şehirden daha fazla hem de. Bunun içinde sevişmiş, sarhoĢ olmuş, en sevdiği amcasının zamansız cenazesine gitmiş, güvenilmez fakat güçlü V-8 motorunu öfkesini, coşkusunu, depresyonunu, sıkıntısını ya da pişmanlığını göstermek için kullanmıĢtı. Arabasına hiçbir zaman bir isim takmamıştı, böyle bir şey yapmak ona çok çocukça gelmişti; ama şimdi bu makinenin onun için neler ifade ettiğini anlıyordu, kendi kimliğinin bu eski Chevy'nin tuhaf kiĢiliğiyle tamamen örtüştüğünü... Jeff anahtarı kontağa soktu ve motoru çalıştırdı. Motor önce bir tekledi, sonra gümbürdedi. Direksiyonu çevirip Clifton Road'dan sağa döndü ve Bulaşıcı Hastalıklar Merkezi'nin inşaatının önünden geçti. Seksenlerde buraya HKM diyorlardı çünkü artık Hastalık Kontrol Merkezi olmuştu ve geleceğin hastalıkları olan Lejyoner Hastalığı ve AĠDS gibi panik yaratan hastalıklar üzerindeki araştırmalarıyla tüm dünyada tanınıyordu.
Her halükarda, odada yalnızdı ve bu mahremiyetten faydalanıp masasına ve dolabına göz atmaya başladı. Kitaplar tanıdıktı: Fail-Safe, The Making of the President - 1960, Travels with Charley. Yeni, renkleri solmamış ve yıpranmamış kapaklı albümler ona müzik dinleyerek geçirdiği gündüz ve geceleri hatırlattı: Stan Getz ve Joan Gilberto, Kingston Trio, Jimmy Witherspoon ve bunlar gibi uzun zaman önce kaybettiği ya da artık bıktığı onlarcası. Jeff, anne babasının bir Noel'de ona hediye ettikleri Harman-Kardon stereo teybi açtı ve "Desafinado"yu koyup gençliğine ait eşyaları karıştırmaya devam etti. Bol pantolon ve Botany 500 spor ceketlerin asılı durduğu askılar, Emory'den önce gittiği, Richmond'ın dıĢındaki yatılı okuldan aldığı bir tenis kupası, New Orleans'daki Pat O'Brien'dan aldığı, kağıda sarılı duran Hurricane bardak koleksiyonu, Playboy ve Rogue'un düzenlice yerleştirilmiş sayıları.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
mümkünse." "Tabii ki. Irish coffee?" "Hayır, sade olsun. Az kremalı, Ģekersiz." Geçmişten gelen kız kahvesini getirdi ve Jeff kararmakta olan gökyüzünde giderek belirginleĢen, henüz geliĢimini tamamlamamış Şehrin dağınık ışıklarına baktı. Güneş, Alabama'ya doğru uzanan kırmızı killi tepelerin ardında yıllar sürecek kaotik bir değişime, traj edi ve hayallere doğru kaybolup gitti Buharı tüten kahve dudaklarını yaktı ve onları bir yudum buzlu suyla soğuttu. Bu pencerelerin ardındaki dünya bir rüya değildi; masum olduğu kadar somut, göz kamaş tırıcı derecede iyimser olduğu kadar gerçekti. 1963 baharı. Yapılacak çok fazla seçim vardı.
En zor an Jeff barda arkasında duran aynaya baktığı zamandı. Artık ne göreceğini çok iyi bilerek aynaya baktı fakat yine de on sekiz yaşındaki, solgun ve zayıf suratını görünce Şok oldu. Objektif olarak bakıldığında, aynadaki çocuk her nasılsa olduğundan daha olgun görünüyordu; o yaşta içki içmekle ilgili pek sorun yaşamamıştı, tıpkı şimdi olduğu
Reklam
Cüzdanın küçük bölmelerinden birini açıp bir cevap aradı. Bir Emory Üniversitesi Öğrenci Kimliği buldu, üzerinde Jeffrey L. Winston yazıyordu. Emory kütüphane kartı, yine onun ismine. Decatur'da bir kuru temizlemeciden alınmış bir fiş. Üzerinde bir kızın isminin - Cindy - ve telefon numarasının yazdığı katlanmış bir peçete. Ailesinin Orlando'daki eski evin önünde çekilmiş bir fotoğrafı; babasının hastalığı kötüye gitmeden önce yaşadıkları ev. Judy Gordon'ın gülerken ve kartopu fırlatırken çekilmiş renkli bir resmi; genç ve mutlu yüzü soğuktan korunmak için beyaz kürklü yakalarıyla çevrelenmiş. Ve bir de Jeffrey Lamar Winston adına Florida ehliyeti, 27 ġubat 1965'e dek geçerli.
şoför güneye doğru birkaç blok ilerledi ve Ponce De Leon Avenue'den sağa döndü. Jeff arka cebine uzandı ve birden bu yabancı pantolonun cebinde para olmayabileceğini fark etti ama eskimiş, kahverengi bir cüzdan buldu, ona ait değildi. En azından içinde para vardı - iki yirmilik, bir beşlik ve birkaç birlik - yani taksi ücreti konusunda
Kafasını iki yana salladı ve karşısındaki manzaraya odaklandı. Yine, hangi yılda olduklarından emin olmak mümkün değildi; 1983'teki bir Terörizm ve Medya konulu Associated Press konferansından beri Atlanta'ya gelmemişti. Emory kampusuna ise en son... Tanrım, muhtemelen mezun olduktan bir iki yıl sonra gelmişti. Bu mağazaların aynı kaldıklarını ya da yerlerine gökdelen ya da alışveriş merkezi yapıldığını bilmesine imkan yoktu. Arabalar, onlar da başka meseleydi; birden fark etti ki, gözüne hiç Nissan ya da Toyota çarpmıyordu. Eski modellerden baĢka bir Şey yoktu, çoğu da büyük, bol benzin yakan Detroit yapımı arabalardı. Ve 'eski' derken, sadece altmıĢların başında çıkan modelleri kastetmiyordu. Ellili yıllardan kalma çok sayıda kıç tarafları kanatlı araba da vardı, fakat elbette 1988'de olduğu gibi 1963'te de sokakta altı-sekiz yaĢında arabalar görülebilirdi. Yine de kesin bir yargıya varamazdı; hatta yurt odasında Martin'le karşılaşmasının sıra dışı biçimde gerçekçi ve tam or- tasındayken uyanıverdiği bir rüyadan ibaret olabileceğine inanmaya başlamıştı. Şu anda kesinlikle uyanıktı, orası kesindi ve Atlanta'daydı. Belki de berbat hayatını unutmaya çalıştığı bir esnada kafasına esmiş ve nostalji yaşamak için gece yarısı ilk uçakla buraya gelmişti.
Hey, dün gece Mauel'de tavladığın kız çok tatlıydı; Judy orada olsa seni öldürürdü. Adı neydi?" "Ahh..." "Hadi ama, o kadar da sarhoş değildin. Kızı arayacak mısın?" Jeff giderek artan bir panikle arkasını döndü. Martin'e söylemek istediği bin tane şey vardı ama hiçbiri bir anlam ifade etmezdi, bu manasız durum gibi. "Sorun ne, ahbap? Berbat görünüyorsun." "Ben, ah, dışarı çıkmam lazım. Biraz hava almam gerekiyor." Martin kaşlarını çatıp şaşkın Şaşkın ona baktı. "Evet, galiba öyle." Jeff masasının önündeki sandalyeye fırlatılmış haki renk pantolonu aldı ve yatağının yanındaki dolabı açıp bir Madras gömlek ve kadife ceket çıkarttı. "Revire git," dedi Martin. "Grip olduğunu söyle. Belki Garrett sınava sonradan girmene izin verir." "Tamam, olur." Jeff aceleyle giyindi ve ayağına deri moka- senlerini geçirdi. Nefes nefese kalmak üzereydi; kendini yavaş yavaş nefes almaya zorladı. "Bu geceki Kuşları unutma, tamam mı? Saat sekizde Dooley's'de Paula ve Judy ile buluşuyoruz; önce bir şeyler atıştıracağız." "Tamam. Görüşürüz." Jeff koridora çıktı ve kapıyı ardından kapattı. Merdivenleri bulup hızla üç kat aşağı indi ve yanından geçtiği genç çocuklardan biri ismini seslenince mekanik bir sesle "N'aber" dedi.
Odanın kapısı ardına kadar açıldı ve içerideki kapı tokmağı kitaplığa çarptı. Her zaman olduğu gibi. "Hey, ne işin var senin burada? Saat on bire çeyrek var. Onda Amerikan Edebiyatı sınavın var sanıyordum." Martin kapıda duruyordu, bir elinde kola, diğerinde bir sürü test kitabı vardı. Jeff in birinci sınıftan oda arkadaşı Martin Bailey; üniversite ve sonrasındaki birkaç yıl boyunca en yakın arkadaşı. Martin 1981'de boşanması ve ardından gelen iflasından sonra intihar etmişti. "N'apıcaksın?" diye sordu Martin. 'T mi almayı planlıyorsun?" Jeff şaşkınlık dolu bir sükunetle uzun zaman önce ölmüş olan arkadaşına baktı: Gür, siyah saçları henüz seyrelmemişti, yüzünde çizgiler yoktu ve parlak, genç gözleri henüz hiçbir acı görmemişti. "Hey, sorun ne? Sen iyi misin, Jeff?" "Ben...kendimi iyi hissetmiyorum."
Reklam
Kapıya yakın olan masanın üzerinde duran, kaz boynu şekilli eski lambayı ne zaman oynatsa yerinden çıktığını anımsadı. Ve Martin'in yatağının yanındaki halıda kocaman bir kan lekesi vardı. Evet, işte tam orada Jeff, Judy Gordon'u gizlice yukarı çıkartıp, kız Drifters eşliğinde dans etmeye başlayıp da Chianti şişesine takıldığı zamandan kalmıştı bu leke. Jeffin uyandığında hissettiği hafif kafa karışıklığı yerini sağlam bir şaşkınlığa bırakmıştı. Çarşafları kenara itti, yataktan fırladı ve titreyerek masalardan birine yürüdü. Kendi masasına. Üstünde duran kitaplara baktı: Kültür Modelleri, Samoa'da Büyümek, Nüfus İstatistikleri. Sosyoloji 101. Dr...neydi? Danforth, Sanborn? Sabah saat sekizde kampusun uzak bir ucundaki küf kokulu, eski ve büyük holde dersten sonra kahvaltısını ederdi. Benedict kitabını aldı, sayfaları çevirdi; bazı satırların altları çizilmişti ve kendi el yazısıyla sayfa kenarlarına notlar alınmıştı.
13:06 18 Ekim 1988 Ve sonra düşünmekten kaçınması gereken hiçbir şey kalmadı çünkü düşünme süreci bitmişti. Jeff nefes alamıyordu. Elbette nefes alamıyordu; ölçmüştü. Ama öldüyse neden nefes alamadığının farkındaydı? Ya da herhangi bir şeyin? Tepesinde toparlanmış battaniyeyi kafasından çekti ve nefes aldı. Kendi ter kokusuyla dolu ağır ve nemli
İhtiyacımız olan, ihtiyacımız olan şey ...konuşmak, diye düşündü. Birbirimizin gözlerinin içine bakıp şunu söylemek: Yürümüyor. Hiçbir şey, romantizm ya da tutku ya da görkemli planlar. Hepsi boşa çıkıyordu ve suçlanacak hiç kimse yoktu. Bu böyleydi, o kadar. Fakat tabii ki bunu asla yapmayacaklardı. Başarısızlığın özü de buydu, daha derin ihtiyaçlarından nadiren konuşmaları ve her zaman aralarında duran o eksiklik hissinin lafını açmamaları. Linda anlamsız ve soğan doğramaktan yaşarmış gözyaşını elinin tersiyle sildi. "Beni duydun mu, Jeff?" "Evet. Seni duydum." "İhtiyacımız olan şey şey," dedi, Jeff e dönüp ama doğrudan ona bakmayarak, "yeni bir duş perdesi." Büyük olasılıkla Jeff ölmeye başlamadan önce telefonda ifade edeceği ihtiyaç da bunun gibi bir şeydi, "...on iki yumurta," diye bitecekti cümlesi muhtemelen, ya da "...bir kutu kahve filtresi." Peki Jeff bütün bunları neden düşünüyordu, merak etti. Ölüyordu, Tanrı aşkına, son düşünceleri daha derin, daha felsefi bir Şeyler olamaz mıydı? Ya da hayatının önemli noktalarının hızlı tekrarı ve kırk üç yılın gözden geçirilmesi? İnsanlar boğulurken böyle olurdu, değil mi?
Güzel bir ev de iyi olurdu hani, belki de bazı hüzünlü pazar günleri Montclair, Upper Mountain Road'daki, önlerinden geçerken içlerini çektikleri görkemli ve eski evlerden biri. Ya da White Plains'de bir ev, golf sahalarının yakınındaki Ridgeway Avenue'deki on iki odalı Tudor evlerinden biri. Golfe bağlamak istediğinden değil; Maple Moor ve Westchester Hills gibi isimleri olan o geniş yeĢillikler Brooklyn-Queens otobanı ve LaGuardia Havalimanı pistinden daha hoş bir ortam olacağı için.
Uzaklaşmaya ihtiyaçları vardı, tek yapmaları gereken şey bir uçağa atlayıp sıcak ve yemyeşil bir yerlere gitmekti.Jamaika'ya ya da belki de Barbados'a. Beş yıl önce uzun uzun planını yaptıkları fakat her nedense bir hayal kırıklığına dönüşen Avrupa turundan beri gerçek bir tatil yapmamışlardı. Jeff, Orlando'daki kendi ailesini ve Linda'nın Boca Raton'daki ailesini ziyaret etmek için her yıl yaptıkları Florida seyahatlerini saymıyordu; bunlar giderek kaybolan geçmişlerine yaptıkları birer ziyaretten ibaretti, dahası değil. Hayır, onların ihtiyacı olan şey tamamen yabancı bir adada bir haftaydı, hatta bir aydı: Uçsuz bucaksız, bomboş kumsallarda sevilmek ve geceleri egzotik kırmızı çiçeklerin kokusu gibi havaya yayılan reggae müziği dinlemek.
141 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.