Virginia Woolf diyince aklımıza tabii ki ilk olarak bilinç akışı tekniği gelir. Bu eserinde de, savaş öncesi ve savaş sonrası karakterlerin durumlarını bu teknikle harmanlamıştır. Clarissa ve Septimus'un bilinçleri iki dönemi de çok iyi yansıtmaktadır.
Özellikle savaş sonrası dönemde toplumu oluşturan bireylerin birbirinden kopuşunu, bu kopmadan dolayı her bireyin kendi içine dönmesi bilinç akışını tetikleyen unsurlardır. Toplumdan yalıtılmış birey, başkasıyla iletişimi azalttığı için kendi anılarında kaybolup, kendi bilincinin içine hapsolmuştur; bilincinin akışına kaptırmıştır kendini. Sürekli kendi içine kapanan bireyler eskiyi hatırlarlar ve bilinç akışı üzerinden eskide yaşarlar; Septimus'un sürekli savaş sahnelerini yeniden yaşaması gibi. Kendilerinde şimdide yer bulamayan Clarissa ve Septimus anılarla eskiye dönerler.
Clarissa, toplumun entegrasyon sağlamak için duygu ve arzuları baskılama güdüsüne; Septimus ise toplumun korunması ve devamı adına gerekli olan normlar için tedaviye ve izolasyona maruz kalmıştır. Ortak yanları budur; bu yüzden ikisi de bilinç akışı yaşar. Septimus'un savaşa kahraman olacakmış gitmesi ve dönüşte beklediği toplumsal onayı görmemesi onu kopuşa itmiştir.
Ayrıca 17. yüzyıldan sonra Aydınlanma Dönemi'yle beraber Avrupa'da toplumsal normları akıl ve mantık belirlemiştir. Bu durumda her sınıf bu iki konsept etrafında kendilerine roller oluşturmuştur. Bu normlara uymayanlar dışlanmıştır. Doktorlar (Septimus olayında görürüz) toplum icin duzenleyici roller ustlenmiştir, akılla yonetilen normlara ve topluma uymayanları tımarhanelere tecrit edip, toplum duzenini saglamak istemektedirler.