Birini görmek size iyi geliyorsa, onu dinlemekten, ona anlatmaktan hoşlanıyorsanız, çirkinliği, aptallıkları onu küçümsemenize yol açmıyorsa, güzelliği, zekası bir parça sizi kıskandırsa da gurur duymanızı sağlıyorsa, onunla abuk sabuk konular hakkında bile sohbet etmek sizi rahatlatıyorsa, onu arama gereği duyuyorsanız, onu düşündüğünüzde yüzünüze rahat, geniş bir gülümseme yayılıyorsa sorun kalmamıştır; o kisi i arkadaşınızdır. Onun zeki, aptal, iyi, vetenekli, kötü, zalim, kaba, nazik, güzel, çirkin, ünlü olmasının hiçbir önemi yoktur. Arkadaşlık bütün bu niteliklerin üstündedir çünkü. Yeter ki masumiyet yok olmasın. Evet, bu meselede masumiyetin önemli olduğunu düşünüyorum ; çünkü arkadaşlık iki kişinin birbirini etkileyerek çocuklaşabilme yeteneğidir.
Arkadaşlık açıklanması zor bir ilişkidir: iyi arkadaşlıktan söz ediyorum ama sahte olmayanından, yalansızından. Duygularla, alışkanlıklarla, masumiyetle ilgili bir şey gibi geliyor arkadaşlık bana. Nitelikleri iyi diye bir insanı arkadaş olarak seçemezsiniz. Her zaman kazançlı çıkabileceğiniz bir alışveriş değildir arkadaşlık. Öyle arkadaşlıklar vardır ki devam etmesi için belki sürekli kaybetmeniz gerekir. Bu kaybedişin verdiği anlam, bazen kazanacaklarınızdan daha doyurucu olabilir. Davranış bilimciler ne derse desin, bence arkadaşlık... uygun sözcüğü bulmakta zorlanıyorum. Bence arkadaşlık sadece arkadaşlıktır.
Arkadaşlarımızla hiç ayrılmayacağımızı düşünürüz. Keşke sonsuza kadar böyle aynı mahallede, aynı okulda yaşasak diye dilekler tutar, birbirimize sözler veririz, ama yıllar bire birer alır arkadaşlarımızı elimizden. Ancak yeryüzünde ne kadar kötülük varsa bizde de o kadar umut vardır. Ergenlikle birlikte aşk denilen o büyülü, o rezil, o soylu, o kahraman o korkak duygu utançtan kıpkırmızı olmuş bir yüzle çalar kapımızı. Aklımız, yüreğimiz birine takılır kalır. Bu kez yaşamın merkezine onu koyar, her davranışın, her duygunun, her düşüncenin anlamını onda ararız. Kendimizi onun gözlerinde izleyip, bir benzerimizi bulduğumuzu sanarak, dünyanın en güzel, en olmayacak, en aptal düşünü kurarız. Artık mutluluğu yakaladığımızı sanırız. Sansı yolunda gidenler belki de mutluluğu yakalar, ama kısa süreliğine. Çok geçmeden, koca bir kamyonun, küçük bir çocuğun bisikletini çiğneyip geçmesi gibi gerçek dünya, düşlerimizi parçalayıp verir elimize Yaşam o kahrolası oyunlarından birini daha oynar bize. İlk sevgili ellerimizin arasından kayıp bilinmeyen sularda kaybolup gider. Bu serüvenden bize düşen ise, dokunduğumuz da içten içe sızlayan bir yara gibi onun anisin sonsuza kadar yüreğimizin en derin yerinde saklamaktır.
“Yaşam, kaybetmeyi öğrenmektir”diye başlardı rahmetli Tufan Abi. Genellikle ikinci kadehin dibine darı ektikten sonra felsefe yapma hastalığı tutar, sağ elinin tersiyle dudaklarını kurulayarak, iştahla girişirdi söze: "Kaybetme maceramız daha ana karnından çıktığımızda başlar. Hiç emek harcamadan hüküm sürdüğümüz, dünyanın en güvenli, en yumuşak korunağını, ana rahmini kaybederiz önce. Bizden intikam almak için bekleyen dünya, sanki niye çıktın oradan dercesine, gözlerimizi yakan ışıkları, kulaklarımızı tırmalayan gürültüsü, sıcağı, soğuğu, açlığı, kiri, hastalığıyla saldırır üzerimize. Ama biz de öyle kolay kolay pes etmeyiz. Kaybettiklerimizin yerine anında başka bir şey koyarız. Hem cennetimizi yitirsek de o kutsal yerin sahibi olan annemiz bizimledir, üstelik yanında bir de baba verilmiştir emrimize. Dışarıdaki dünyaya alışmaya başlayınca, kaybettiğimiz cenneti hemen unutuveririz. Ancak büyüdükçe annemiz de babamız da bizden uzaklaşmaya başlar; onları kardeşlerimizle paylaştığımızı anlarız. Kardeşimiz yoksa babayı anneyle, anneyi ise babayla paylaştığımızı fark ederiz. Bize gösterilen ilgi günden güne azalır. Azalan ilgi dünyanın bizden ibaret olmadığını gösteren bir uyarıdır aslında. Ama bu uyarıyı görmezden geliriz. Düşler kurar, hayaller uydurur, kaybettiklerimizin yerine yenilerini koyarak dünyayı kendimiz sanmayı, bu güzel yalana kanmayı sürdürürüz. Yeniyetmelik çağımızda anne, baba sevgisinin yerini arkadaşlara duyulan bağlılık alır.
Umudun yaşamı güzelleştirdiğini söylerler, yalan. Umut düş kırıklığı yaratmaktan, gereksiz yere acı çekmenizi sağlamaktan başka bir işe yaramaz, insana gereken yalnızca gerçektir: Basit, yalın ve kaba gerçek.
"Yok," dedi, "ölen yarışçı kıvırcık saçlı, çocuk yüzlü biri değildi. Kısa saçlı, yüzünün hatları sert, iriyarı bir adamdı. Ama rüyada bir mesaj olduğu konusunda haklısın. Ölü yarışçının ruhu mu getirdi, yoksa kontrolsüz kalan aklınmı yarattı, bilmiyorum, ama bu mesaj hepimizin bir dolap beygiri gibi aynı çemberin içinde dolanıp
Kitabın tasvir anlatımı çok fazla olduğu için sürükleyici değildi. Edebi eserleri okumayı sevenler tercih edebilirler. Klasiklerden olduğu ve çok yakın bir arkadaşım hediye ettiği için okumak istedim.
Sabahattin Ali’nin okuduğum ikinci kitabıydı. Sürükleyiciydi. Bize herkesin içinde bir şeytan olduğunu anlatıyor roman. Fakat kendi iradesizliğimizi ve yaptıklarımızın suçunu da şeytana atmamamız gerektiğini de gösteriyor.