ardında duvarların bekliyoruz
balkondan sarkıtılmış camların
yüzümüz hep bir güneye bakar
gelişi ve gidişi göçebe kuşlar olan
ben diyor, dili ve dişleri olan bir ağız
sonra herşey toprağa bakıyor günün birinde
beyaz ağaçlar çağında ben bir adamı oynuyordum okullar sıralanıyor yol boyu
kimin çocukları diye sormuyor kimse
öğretmeni gelmez bir deniz ovaya yayılır
bekleyelim çünkü
yürüyor
rüzgar oluyor zaman
uçmak için kuşlar
başımıza gelen nehir derinlikleri
ağlıyor sustuklarımızı gece
kan kırmızısı gidişin
soluk bir bahçedir yeryüzü
hayır dargınlık değil hiçbir şey eskiye
dönüyor ardın sıra
yüzün
gözlerini aldığın denizleri de
anlat ağaçları yürümenin ormanlarına
kızarana kadar yanakları
ağlayan gece
kaybettim diyorlar kalbimi bu yüzden yokluğun bir hiçliği umursuyor bana karşı ateşe tapan bir pervane zaman
kaybediyor kendini içinde girdap
rüzgarı yapraklarda duyumsarım
kederli tuz damlaları akarken yüzümden
konulduğu yerlerdedir eşyalar hep
yalnızlıktır bu
ötekiyim berikiyim nesnelere
tren çağlarında akardı insanlar
ve ben seni arardım
yağmur akan evler o zeminleri
tıpkı ömürler gibi vakitler
kavaktandır
ilk ÖNCE yaprakları kurur çiçeğin
oysa çocukluk bahçesini balkona taşırdı
rüzgar
sis mi uzanıverir kurutur her sabah yüzünü
ve bacaklarını yakar temmuz
kim kimi doğurmuş
biz neyiz ki günden güne
darılabilsem sana kendi kırıklarımı
beklemeyi umut sanmışız ne acı
ben birazdan yorgunum
izledim gözyaşlarını talihimin
bir tren camında
makineler dolusu insan
mezarlarına dönüyor
dokunamamak yüreğimdi
soğuk
yapışkan
bir gecede
sana
korkunçtur
kocaman yalnızlık baş veriyor her
yandan umutsuzluk
kediler
ve köpekleriyle ıssız sokak
fazla gelir hep bu adam
çocukları ve kadınları
evleri var konuşkan
ışıkları karanlıktır oysa seyircinin
hüzünlü siyah renkler saklar her şeyi
lütfen
ağlayıp gitmeliyim sadece yağmurlarda değil