Suçluluk duygumuzu yenmekte en etkili yol, kendilerine karşı günah işlediğimiz kişilerin her türlü cezayı hak eden kişiler olduğuna kendimizi ve başkalarını inandırmaktan geçer.
İnsanları isyana teşvik eden şey bilfiil çekilen sıkıntılar değil, daha iyi şeylerin tadını almış olmalarıdır. Halk iyi hayatın gerçek tadını tatmadan önce bir halk ayaklanmasının gerçekleşme ihtimali çok zayıftır.
Kitaba gelmeden önce yazar hakkında bir iki cümle söylemek istiyorum çünkü en az kitap kadar yazarı da beni çok etkiledi. Eric Hoffer, zor ve meşakkatli bir çocukluk yaşamıştır. Üstelik 7 yaşında geçirdiği bir hastalık yüzünden görme yetisini kaybeder ancak 15 yaşında gözleri iyileşir ve tekrar görmeye başlar. Bu sefer "tekrar kör olurum" korkusuyla hayatta en çok yapmak istediği şeyi yani kitap okumaya başlar. Bu sırada geçimini sağlamak için madenlerde ve limanlarda çalışır. Kendisini çok iyi bir şekilde geliştiren Hoffer 1951'de meşhur 'Kesin İnançlılar' kitabını yazar. Kitabı sayesinde büyük bir üne kavuşur ve üniversitelerde misafir öğrenci olarak ders bile verir. 1983 yılında da hayatını kaybeder.
Kitaba gelecek olursak, hiçbir zaman güncelliğini kaybetmeyecek bir konuya sahip. Yazar kitle hareketlerini ve bu hareketlere katılan insanların psikolojik ve sosyolojik yapılarını inceleyerek onların bu hareketlere katılmalarına neden olan olayları anlatmış. Bunu yaparken de Fransız Devrimi ve Bolşevik İhtilali gibi olayları da örnek veriyor. Bir hocanın tavsiyesi ile almıştım. İyi ki de almışım çünkü herkesin okuması gereken bir kitap özellikle de tarih, psikoloji ve uluslararası ilişkiler bölümü öğrencileri için.
Feride küçük yaşta anne ve babasını kaybetmiş, bu yüzden teyzeleri tarafından büyütülmüştür. Fakat Feride küçük yaşta yaşadığı bu acıya rağmen mutlu ve hayatı seven bir çocuktur. Aynı zamanda Feride'nin yerinde duramayan, daima eğlenmek isteyen bor tabiatı vardır ve bu yüzden yakınları ona Çalıkuşu der. Bir Fransız mektebinde eğitim gören Feride büyüdüğünde çok sevdiği ama bir türlü bunu ona söyleyemediği teyzesinin oğlu Kâmran ile nişanlanır fakat düğüne bir gün kala nişanlısı ile ilgili kötü bir haber alır. Öğrendiği bu haber karşısında yıkılan Çalıkuşu eşyalarını toplayıp evden ayrılır ve Anadolu'nun ücra köşelerinde öğretmenlik yapmaya başlar. Gittiği yerlerde çeşitli zorluklarla karşılaşsa da inancını yitirmez ve çocukları kendi çocuğu gibi görerek onları eğitmeye kendini adar. Yer yer öğretmenliğin yanında hem ablalık hem annelik yapar.
Fakat onca şey yaşamasına rağmen Feride'nin kalbinin bir köşesinde daima Kâmran vardır.
Reşat Nuri Güntekin'in bir kadının duygularını bu kadar başarılı anlatması beni çok şaşırttı ve hayran da bıraktı. Kitabın kalınlığı sizi korkutmasın kesinlikle çok rahat ve hızlı okunacak bir roman. Hatta bitirmek bile istemeyecek, bittiğinde etkisinden bir süre kurtulamayacaksınız. Atatürk'ün de bu kitabı çok sevdiği söylenir. Kitabı okuyunca emin olun nedenini de anlayacaksınız.