İnsanlar böyle işte, yalnız kendi bildikleri sana ait bir sırrı, yahut zâfı en umulmadık, en zayıf bir anında yüzüne vuruverirler, hem de sana karşı bir koz olarak!
Kafa göz yarmanın da çeşitli metotları vardır, bilmez misin? Mutlaka yumruk atıp taş fırlatman gerekmez. Kelimeler, eğer kullanmayı becerebilirsen çok daha tesirlidir.
Hep en üst raflarda duran Kur’an-ı Kerim... hepsi uzak, aramızda cehennem var, ceza var. “Elini sürme çocuğum.” “Dokunma kızım...” Allah korkusu... Allah korkusu... Cehennem! Ateş! Günah!
Ölümle başlayan ve biten bir şey var: Biten'e "hayat" diyorlar, başlayanı kimse bilmiyor. Ben, ona da "hayat" demek istiyorum; çünkü devamlılık "Hayy" olanın bahşettiği bir şeymiş. "Hayy" olanın bitirdiği ve başlattiğı bir hayat:
Bu mâcerâyı, siz, biz, hepimiz yaşayacağız.
Evet, hayâtımızda her şey bu mâcerâya hizmet ediyor. İnanmak zor! Tefekkür bocalıyor: Giden var, ama nereye? İnsan, var olduğu günden beri bilmediği, fakat gerçek olduğunu hep gördüğü şeylere inanmakta zorluk çekti.
Öliüm'e dâir bir şey bilmiyoruz. Zamânın hoyrat eli, "unutuşun kollarında'" bu inanışı da getirecek: "Tamam!" diyeceğiz, "Gitti!" Fakat, ölümü bilemeyeceğiz. Onu ölenler biliyor ve söylüyorlar; lakin, dillerini biz bilmiyoruz.
Bir şey yazmışsınız, bir eser yaratmışsanız, onu okuyanda, dinleyende seyredersiniz. Okuyucu aynadır. Kirli, paslı da olur, sırrı dökülmüş de, tertemiz de. O yaratılmış şeyin hakikaten yaratılmış olduğunu ancak onu görenlerde görmeniz mümkündür.
Mustafa Kemal'i hayata biraz kendisi, biraz da hayatın kendisi hazırladı diyebiliriz. Fakat şunu hiç unutmamak gerekir: Hayat insana ne yaşatırsa yaşatsın, tüm yaşananlar insanların algıladığı ve ders çıkarabildigi kadardır.