Hayri İrdal

Hayri İrdal
@Hayriirdall
Sıradan bir cahil.
102 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
Yılanı Öldürseler
Yılanı ÖldürselerYaşar Kemal
8.2/10 · 19bin okunma
Reklam
675 syf.
·
Puan vermedi
·
66 günde okudu
Yalnız Oya’ya şunu söylediğimi hatırlıyorum, ki Asım doğmadan da söylemiştim, o zaman da tekrar ettim: “Bak bu çocuk doğa- cak, bu çocuk kendi başına adam olacak, sen bu çocuğu etki- leyemezsin. Etkileme ümidindeysen, derhal bu ümitten vaz- geç. Çünkü bedbaht olursun. Nasıl arkadaşına, dostuna, ta- nımadığın bir kişiye kendi fikirlerini beyan edersin, onu alıp almamak karşındakinin sorumluluğundadır, çocuk da aynı- dır. Tçk farkı seninle temasının daha çok ve daha yakın ol- ması. Dolayısıyla, sen adam gibi bir hayat yaşıyorsan, çocuk bunu beğenir veya beğenmez, bu onun bileceği iş. Hiçbir za- man karışamazsın. Karışmamak da en akıllıcası.”

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Hayri İrdal
Bir kitabı okumayı düşünüyor
Hasta Toplumlar
Hasta ToplumlarRobert B. Edgerton
8.1/10 · 576 okunma
bir keşif yapabilmek için bir hipotez or- ı.ıy.ı atmak lazım. Bunu test etmek lazım. Ama bu hipotezi na- Mİ ortaya atacaksın? Aklına bir şeyin gelmesi lazım. Tabii bu- nun çeşitli önşartları olduğu da söyleniyor. Mesela deniliyor ki,şans hazırlıklı akılları tercih eder. Eğer çok şey biliyorsan, bir sürü ilişkiyi başkalarından daha iyi görebilirsin. Dolayısıyla bir şeyler keşfedebilirsin. Başkalarının göremediği ilişkileri görebi- lirsin, gibi şeyler. Ama şart değil. Ben çok allame adam bilirim, bir sürü şey bilir, hiçbirisini birbirine bağlayamaz. Yani aptalın birisidir. Kafada depolamıştır. O içinde depolandığı kutuların kapakları bir türlü açılmaz. Adamcağızın kafasında bir sürü bilgi var ama bilgiyi kullana- mıyor. Anlatabiliyor muyum? Bir sürü şey öğrenmiş, fakat o öğrendikleri, öğrendiği gibi duruyor kafasında. Özümseyip ondan bir şey yaratmamış. Aradaki ilişkileri kuramamış. Boş- lukları kapatamamış. Şimdi burada bilim ile sanat birbirine çok benziyor. Hatta aynı neredeyse.
Reklam
1 9 8 2 ’de ilk kitabım çıkmıştı. Asistanlığı bitme- den, Celâl Şengör’ün 54 tane yayımlanmış makalesi, iki tane de kitabı vardı. Bu arada, 1984’te bir gün eve gideceğim, okuldan çıktım, İTÜ’nün kapıcısı, “Hocam size telgraf var” dedi. “Hayırdır” dedim. Çünkü telgraf sık kullanılan bir şey değildir. Aldım telgrafı açtım. Londra Jeoloji Cemiyeti’nden geliyor ve benim o yılın President’s Award’ı, yani Başkanlık Ödülü’nü kazandığımı bildiriyor. Bu ödül son derece önem- liydi, çünkü diğer bütün ödüller Konsey’de tartışılıp oylanı- yor, başkan tarafından da değerlendiriliyordu. Sadece Presi- dent’s Award bizzat başkan tarafından takdir ediliyordu.sadece başkanın kendi kararıyla verilir. Tabii hemen telefon ettik Londra’ya, neyin nesidir diye. Dediler ki, “Bu 30 yaşın altındaki araştırmacılar için ihdas edilmiş bir ödül. Bu sene başkan sizi seçti, her sene iki kişiye veriliyor, siz bu iki kişiden birisiniz ve ilk yabancısınız. İlk defa İngiliz olmayan birisine veriliyor.” — İnsanın boşuna gider herhalde böyle bir şey... — Gitmez mi, hem de çok hoşuma gitti.
Bu arada Fransa’da çok eğlendim. O iki ay içerisinde, Olivier’nin evinde çok kaldım. Yine bir gün onunla oturuyoruz, Kari Popper’den bahsettik. Olivier, “Sen Popper’i nereden tanıyorsun?” dedi. “Ne demek, herkesin bildiği biri” dedim ben de. “Hayır, Fransa’da bile çok az kişi bilir” dedi. Meğer Popper, Olivier’nin babasının iyi dostuymuş.Olivier’nın babası 1964 Nobel ödülü sahibi biyolog Jac- ques Monod. Ben onun oğluyla ahbabım. Olivier yatağının altından bir kutu çıkardı. Siyah bir kutu. Babası ile Popper’in mektuplarıydı. Yatağın altında duruyordu. Fransa gibi bir yerde olmanın ne anlama geldiği o zaman birdenbire kafana dank ediyor. Uygar bir ülkede olmak böyle bir şey demek iş- te. Bir kültür atmosferinin içinde nefes alıp veriyorsun. Ama Türkiye fakirhane. Türkler ellerindeki nimeti de yok ederek fakirleşmişler iyice. Mesela İstanbul’un büyük kültüründen bahsettim sana. Sen de bana, “Bugün İstanbul’da yaşayan adamlara bakın” dedin. Evet, farkında bile değiller nerede yaşadıklarının. Birbirleriyle karışmayan iki sıvı gibi İstanbul ve onun içinde yaşayan nüfus.
Ben her seferinde, öğrencilerimi yakalayınca gözlerinin içine sokuyorum ve şöyle başlıyorum: “Bakın” diyorum, “sizler, bir kere şunu unutmayın, uygar olmayan bir halkın çocuğusunuz"
Ben öğrencilerimle her zaman çok samimi bir ilişki kurmaya çalışmışımdır. Onlara söylediğim en önemli şey şudur: Benim söylediğim hiçbir şeye inanmamaya maksimum güç ve gayret gösterin.Benim söylediğim her şeyi kafanızda yanlış olarak düşününve benim söylediklerimi kendiniz bir mantık süzgecinden geçirin. Arkasından, bugüne kadar edindiğiniz bilgilerin süzgecinden geçirin ve benim söylediklerim acaba doğru mıı, diye ölçüp biçin. Daha sonra, bunu literatür okuyarak test edin. Çünkü ben hep şu örneği veriyorum. Biz ormanda kaybolmuş bir grup insanız, hepimizin elinde bir çıra ve yol arıyoruz çıkmak için. Benim sizden farkım, benim elimdeki çıra sizinkinden biraz daha büyük ama bu benim doğru yolu bulacağımı garanti etmiyor. Her biriniz yolu bulabilirsi- niz ve ben sizin peşinize takılır giderim. Bilim böyle bir şey. liç belli olmaz, sizin aranızdan biri tak diye bir şey bulur, benim size bugüne kadar söylediklerim hepsi çöpe gider. Pa- şa paşa otururuz karşılıklı ve ben sizden öğrenmeye başla- rım. Ayrıca ben her zaman öğrencilerime ne kadar cahil ol- duklarını hatırlatırım.
Reklam
Türk üniversite sistemini, Teknik Üniversite’yi, beni anla- mak istiyorsan Cengiz Bey’le konuşman şart. Cengiz Bey abi- devi bir adamdır. Biz geldiğimiz zaman onu yapacağız, bunu yapacağız, diyorduk. Cengiz Bey, “Bakın kardeşim, pek çok şeyi yapamayacaksınız ama bu teşebbüs etmeyin demek de- ğildir. Şunu unutmayın, halkın kültürü belli bir düzeye gel- meden bazı şeyleri kabul ettiremezsiniz. Onun için o kültürü yükseltmeye bakmak lazım. Siz bir taraftan çalışın, ama yap- tıklarınızın halk kültürü üzerindeki etkileri hep aklınızın bir tarafında dursun” dedi
Cengiz Bey “Sizden ricam 2000 yılına kadar hiçbir idari görev kabul etmeyin ve Türkiye’deki bilim kriterlerini ciddiye almayın” diye ilave etti. “Aman çok mühim, sakın ha, çünkü bizde rektör olmak, de- kan olmak önemli zannediliyor ama bilim o değil, esas önemli olan sizin ne yazıp ne çizdiğinizdir” dedi.27 yıışındasınız, tanınıyorsunuz
Diplomamı aldım , Steve’e uğradım, teşekkür etmek için. Dip- lomamı gösterdim. Steve baktı diplomama, “Geçen gün bir şey dikkatimi çekti, notlarına bakıyordum, senin Summa cum laude ile mezun olman lazım” dedi. — Nedir o? — En yüksek şerefle. Çünkü 3,95 miymiş neymiş benim orta- lamam. Ama geçti tabii, dedi. Yok öyle şey, dedim, notlarım tutuyorsa isterim. Ama basmışlar diplomayı, dedi. Anlamam, mahkemeye veririm sizi, dedim. Steve, ne ihtiyacın var, dedi. Hayır, onu isterim, dedim. Steve matbaaya telefon açtı, mat- baacı bağırıyor, yeni bastık diplomayı, niye zamanında söyle- miyorsunuz, diye. Git aşağıya, götür diplomanı, değiştirecek- ler, dedi. Tabii diplomanın değiştirilmesi için rektörden onay lazım. Rektör beklendi, bulundu, imzaladı falan. En sonunda Steve dedi ki, “You are the biggest pain in the ass!” Ben de Steve’e “Bu söylediğini yazılı olarak verirsen ve altına üniver- sitenin mührünü koyarsan, ömür boyu odamda asılı tutaca- ğım” dedim. Steve kalktı, çağırdı sekreterini, yaz bunu, dedi. Kız öyle bakıyor Steve’e, ne diyor bu, diye. Kız yazdı, üniver sitenin altın yaldızlı mührü basıldı ve Steve imzaladı, al bunu, dedi. Fakültedeki odamın çıkış istikametine koydum. Her çı kan görüyor.
Gulaş vardır ya, Macar yemeği, bizim Yeniçeriler’den ge- len “kul aşı’nı alıp “gulaş” yapmış adamlar. Türlü yemeği gibi düşün. Güvecin içinde her şey var. Amerika’ya gidince ya yalnız tavuk yersin ya da et yersin. Burada her şey var. Ve bu, büyük keyif veriyor bana.
Herkes eşit... Ama herkes eşit olamaz ki! Bu zırva bir şey. Herkese eşit muamele de yapılamaz, o da zırva bir şey. Değil mi? Akıllısı var, aptalı var, okumuşu var, okumamışı var, gör- gülüsü var, görgüsüzü var...
Resim