Hind uygarlığında kadın müstakil bir varlık olarak görülmez; ancak babası, eşi ya da oğluyla birlikte “insan” kabul edilirdi. Eşi ölen bir kadının hayatı hükmen bitmiş sayılırdı. Cenaze günü bir odun yığını
üzerine çıkarılarak yakılırdı kadın. Hint uygarlığının bu aybı XVII. asra kadar devam etti.
Atina kadına zulüm burcunda
durmaya daha fazla direnemeyince Sparta ile aynîleşti; bir uçtan diğerine geçti, evine kapatarak zulmettiği kadına bu defa onu açarak, cinsel bir meta haline dönüştürerek işkence etti. Mahremiyet hayattan bütünüyle zail oldu, fuhuş yayıldı. Zina umûr-u âdiyeden addedildi. Umûmhaneler siyasî faaliyetlerin merkezi oldu. Edebiyat da, düşünce de oralarda şekillendi. Yunan, umûmhaneden yönetilen bir devlet haline geldi. Ahlaksız ilişkileri ebedileştirme adına putlar yapıldı, onlar üzerinden hayali varlıklar takdis edildi. Yunan,
rahminde şekillendiği, ellerinde büyüdüğü kadına
bütün zamanlarda ihanet etti, onu pespaye bir varlık
haline getirdi. Sonunda zinadan hüküm giydi ve kendini recmetti Yunan.
O halde aşık için ufuk, ne Şirin ne de Leyla’dır.
Ufuk, bütün bir kainatı kuşatan ilahî sırdır. Bu yüzden ölümüne haftalar kala Üstad Necip Fazıl şu itirafta bulunur;
Kadından kendisinde olmayanı isteriz.
Hasret yerinde kalır ve biz çekip gideriz...