Tepelerden birinde - en yükseği, en gösterişlisi değil, onun yakınındakinde - düzeltmen yalnızlığını yaşar. Sessizliğin içinde. Düzeltmenin yalnızlığı küçümsenir gibi değil; hele gece indikten sonra. Gecenin yere doğru aktığını görmüştür penceresinden: Önce çukurlara, özellikle, gecenin işçilerince kazılmış çukurlara; sonra ovaya dolduğunu görmüştür. İzlemiştir saniye saniye. Işığın azar azar söndüğünü görmüştür yeryüzünde; evlerin pencerelerinde daha yanmadığını görmüştür. Gecenin gündüzü kemirmesini önlemenin olanaksızlığına inanmak istememiştir. Gecenin işçilerine nasıl engel olunabileceğini, ışığın yeryüzünde sönmesini nasıl önlenebileceğini çok düşünmüştür. Bir olanaksızlığa inanmak istemeyebilir kişi, ama onu kabul etmek gerekince de içi parçalanmadan yaşamını sürdürebilir. Oysa düzeltmenin yalnızlığı, yeryüzünde sönen her yüzeyle acılaşıyor, daha, daha, daha acılaşıyorsa, çok düşünüp çözümünü bulamadığı bir sorun karşısında eli kolu bağlı kalmasından. Karanlığın içinde, şimdilik, yaşamını sürdürebilmiş gibi görünen tek şey, daha önce söyledik, dil... Dil, düzeltmenin şu yalnızlığını biliyor, söylüyor. Daha doğrusu, söyleyebiliyor; şimdilik. Gece gelip dilin üzerine de örttü mü, artık baykuşlardan başka hiçbir şey uçuşmayacak gecenin içinde, ya da, yarasalardan başka... Bunların sesinden başka bir şey, bunların hışırtısından başka bir ses işitilmez olacak. O zaman da düzeltmenin yalnızlığı bir kuyunun çeperleri gibi saracak onu. Baykuşlar, yarasalar, yarasılar, kuş baylar.