Güneşin bulutlara,
Üzülence iyileşen yaralar vardır.
Sonra anlarsın bunu, şimdilik büyü…
Bir elmaya sorulur mu niye elma olduğu?
Bir kuşa niye konduğu incir dalına?
Hayata sorduğum bince soru, misafire kahve, kuzuya kına…
Sonra anlarsın, şimdilik büyü…
Sayısız alfabesi var bakışlarının,
Kim cesaret edebilir seni bilmeye?
Ah… Sen de bilmiyorsun çok istesen de,
Yetmiyor zaman ve kelimeler.
Sonra anlarsın, şimdilik büyü…
Ne çok bileşeni var kimliğimizin.
Çılgınlıklar, sevinçler, yarım hayaller,
Acılar, aymazlıklar ve başka şeyler.
Bir araya geliyor işte, mucize.
Sonra anlarsın, şimdilik büyü…
Ölürsem sevinirim demişti bir şair.
Ölünce sevinecek, sevilecek şairiz…
Aşka dair olmayan ne var yaşadığımız?
Bir kalbi olduğunu söylüyor her his.
Sonra anlarsın, şimdilik büyü.
“Hah, buyurun size zamane gençliği. Vücuttan başka bir şey göremezsiniz ki. Bizim zamanımızda öyle değildi. Aşkım kuvvetlendikçe, o gözümde bedensizleşiyordu.”
"Rüzgar gibi Ağustos geçti ellerimizden Meyvalar bizi bal renkli günahlara çağırıyorlar Bir yanda yaşanmamış günlerin hırsı
Bir yanda boşa geçen gecelerin acısı
Malum o dramın en güzel perdesindeydik.. "
Hayatın güzelliklerini esirgediği
Bir sokağın arka tarafıdır ömrüm
Gücenik, kirli, karanlık..
Yaşar bir ölü yalnızlığı kendince
O duyarsız kalabalıklardan artık..
“Bütün bu yolculuklar geleceğini yeniden bulmak için mi?”
Şöyle cevap verdi Marco: “Başka yer, negatif bir aynadır. Yolcu sahip olduğu tenhayı tanır, sahip olamadığı ve olamayacağı kalabalığı keşfederek.”