Sen yalnızca
gökyüzü gibi sonsuz bir boşluksun. Ve sen bu sonsuzluk olduğun anda, yıldızlarla dolu hale
gelirsin ve tamamıyla yepyeni bir hayat başlar.
Zevk mutluluğun alt düzeydeki bir türüdür ve mutluluk
zevkin daha üst düzeydeki bir türüdür diyebilirsin; madalyonun iki yüzüdür. Zevk biraz daha
ilkeldir, hayvanidir; mutluluk biraz daha kültürlüdür, biraz daha insanidir; ancak ikisi de zihnin
dünyasında oynanan aynı oyundur.
İnsan zihninde kırk yıl araştırma yaptıktan – binlerce insanla çalışıp, binlerce rahatsızlık
geçiren zihni gözlemledikten – sonra Sigmund Freud mutluluğun bir kurmaca olduğu sonucuna vardı.
Ne olacaktı bundan sonra? Galaksi İmparatorlukları mı? Bir dünyadan milyonlarcasına taşınan günahlar ve çılgınlıklar mı? Her güçlük ve her sıkıntı korkunç bir şekilde büyüyecek miydi?
Bir tek dünyadan bir anlam çıkarabilen bir kişi olmamışken Galaksiden kim bir anlam yaratabilecekti? İnsanlarla kaynayan bir Galakside kim eğilimleri okuyabilip geleceği görebilecekti?
"Dünyada hiçbir şeyin sakıncası yok. Birbirlerinde huzur bulmadan ihtirasların doruğuna çıkan ama sonunda bütün bunların yerine huzurun olmasını istemiş pek çok çift vardır sanırım. Bilemiyorum. Sessiz zaferler o kadar sessizdir ki. Gerekli ama önemsenmeyen."
Ama yaşam bir kayıplar senfonisidir. Gençliğini kaybedersin, ana babanı, sevdiklerini, dostlarını, rahatını, sağlığını ve sonunda da hayatını. Kaybı inkâr etmek bunların dışında bir de kendine hâkimiyetini ve huzurunu da kaybetmektir.
Dünyalılar gelecekti; her türden uydurma ve anormal kültürleriyle sefil Dünyalılar gelecekti. Rotorluların elinde onları daha uzaydayken yok etmekten başka ne gelirdi?
"Sen bir hayalcisin. İnsanların baskı altında iyi huylar edinmeleri olasıdır, ama baskıyı kaldırdın mı eski huylar geri döner hemen. Yokuş inmek yokuş çıkmaktan kolaydır. Termodinamiğin ikinci yasası derler buna; günün birinde Erythro’yu kolonileştirirsek kısa zamanda baştan başa pisleteceğimizden hiç kuşkum yok."
"İnsanlar sakladıklarını sandıkları şeyleri kolay kolay saklayamazlar.
Ben çocukken herkes yalan söylerdi bana. Ne kadar sevimli olduğumu söylerlerdi. Ya da ben duyabilecek bir yerdeysem sana söylerlerdi bunu. Ama yüzlerinde, ‘Hiç de öyle düşünmüyorum ya’ diyen bir bakış vardı. Ve bu bakışın yüzlerinde olduğunu bilmiyorlardı bile. Önce bunun farkında olmadıklarına inanamıyordum. Ama sonra kendi kendime, ‘Doğru söylediklerine inanmaları herhalde kendileri için çok rahatlatıcı,’ diye düşündüm."
Filmleri seyrederek Dünya ile milyarlık nüfusunu, orada hüküm süren açlık ve şiddeti, uyuşturucularını ve yabancılaşmasını fark etmeye başlamıştı. Dünyanın kaçacak bir şey, bir sefalet çukuru olduğunu anlıyordu şimdi.