Şimdi sakinim, her şey bitti, tamamen bitti. Müdürün ziyaretinin yarattığı korkunç kaygılardan kurtuldum. Çünkü, itiraf ederim, hala umutluydum… Şimdi Tanrı’ya şükür, hiç umudum kalmadı
Etrafımdaki her şey hapishane; hapishaneyi hem insan hem de parmaklik ya da sürgü olarak görüyorum. Bu duvar taştan bir hapishane, bu kapı tahtadan bir hapishane, bu zindancılar insan kılığına girmis bir hapishane. Hapishane yarı eve, yarı insana benzeyen korkunç, kusursuz
ve yekpare bir varlık. Onun tutsağıyım; beni kuşatıyor, beni bütün kıvrımlarıyla sıkı sıkı sarıyor; beni granit duvarlarının
içine kapatıyor, beni kilit altında tutuyor ve beni zindancının gözleriyle gözetliyor.
Ah zavallı! Halim ne olacak? Bana ne yapacaklar?
Belki de o zavallılar bir ölüm kararının hızla
infaz edilmesi sürecinin peş peşe ve yavaş yavaş yaşanan iskencelerini hiç akıllarından geçirmemiş olabilirler mi? Yok ettikleri insanın bir zekası, hayata güvenen bir aklı, ölüme hazır olmayan bir ruhu olduğunu hiç düşünmemişler midir? Hayır. Bütün bunlarda üçgen bir bıçağın yukarıdan aşağıya inmesinden başka bir şey görmüyor, bir mahkûmun bu karar öncesinde ve sonrasinda bir hayat sürdüğünü kuşkusuz düşünmüyorlar.
Çıplak ve soğuk dört taş duvar arasında, ayaklarım özgür olmadıktan, gözlerim ufku görmedikten sonra, bütün günümü kapımın gözetleme deliğinden karşısındaki kasvetli duvara düsen beyaz, lekenin yavasça ilerleyisini gayri ihtiyari seyretmekle geçirirken ve az önce anlattiğım gibi cinayet suçu ve ölüm cezasindan baska hiçbir seyi düşünemezken, bu dünyada artık yapacak hiçbir şeyi olmayan bir olarak söyleyecek bir sözüm var mi? Bu bos ve porsimis
beynimde yazmaya değer bir şeyler bulabilecek miyim?
“Tarihi öğrenmek için en iyi motivasyon geleceği tahmin etmek değil kendinizi geçmişten kurtararak başka yazgılar tasavvur edebilmektir. Bu şüphesiz sınırsız bir özgürlük tanımaz, geçmişle şekillendiğimiz gerçeğinin önüne geçemeyiz; ancak bir parça özgürlük bile hiç olmamasından iyidir.”