Bu, kenar mahallelerin açlığının ve soğuğunun bir araya getirdiği cesetlerle tıka basa dolu, viran olmuş, ayaklar altında çiğnenmiş arazide, bu sefalet ve yas tarlasında, rüzgârın devirdiği haçlar, yağmurun çürüttüğü çelenkler görülüyordu.
Nur sarnıçları ballar koydun çöllere ruh eşiklerine
Senden kaynıyordu yine sana kapılıyor ırmakların
Bir gün elbette sofraya birlikte çökeriz
Sen dağ gibi kurul ben zerre bir yer tutayım...
Bu kimselerin belirgin tavırları vardır ve genç de olsalar ham ervah değillerdir.
Bizim siyaset hayatımızda bazı tipler var ki hiç büyümüyorlar. Bu tıkanıklık o neslin adamlarında görülemez
İnsanoğlu olarak son derece dirençli bir türüz. Çok eski zamanlardan bu yana acımasız savaşlar, sayısız felaketler (hem doğal hem de insanların neden olduğu) ve kendi yaşamlarımızdaki şiddet ve ihanetten çıkıp toparlanıyoruz...
Yalnız bir şeye dayanmak artık benim için mümkün değil: Her şeyi kafamda yalnız başıma saklamayacağım. Söylemek, bir şeyler, birçok şeyler anlatmak istiyorum... Kime? ..
Şu koskocaman dünyada benim kadar yapayalnız dolaşan bir insan daha var mı acaba? Kime, ne anlatabilirim?
"...En çok sesini aradım.
Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ.
Gözlerini sildi zaman..
Dedim ya. Eylül'dü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin."
Sanki sarılacağımız hiçbir ip kalmamış. Sanki boyanacağımız hiçbir boya yok. Sanki daha yakın, en yakın olabilme imkanı için vücudumuzun alacağı hiçbir şekil, sanki alnımızı koyacağımız bir alınlık temiz bir yeryüzü kalmamış.
Allah'a ve Peygamber'e inanırsın. Beş vakit namazını kılarsın. Evinin geçimi için helâlinden kazanmaya çalışır ve diyelim ki kazanırsın da. Ve ne yağlıya ne de sütlüye karşırsın ve düşünürsün ki şeytan senden uzak, nefsin uyuz bir köpek gibi ayaklarının altında ve Allah'ın rahmetine senden daha layık kimse yok.
Keşke gafletin bu kadar masum olsaydı...