Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

MaD

Gördüklerinizi kamera veya fotoğraf makinesi görüntülerine hapsetmekle, tüketiciliğinizi tescil etmiş olursunuz. Sizin görmüş olduklarınızı göremeyen bir başkası size sahip olduğunuz bu ayrıcalıktan dolayı imrensin istersiniz. Kapitalizmin hiç bıkmadan dürttüğü de, işte bu duygudur: Başkalarında haset uyandırma arzusu. Tüketici kültürü, başkalarının sahip olamadıklarına sizin sahip olduğunuz yanılsaması yaratarak hayatınıza geçici bir anlam duygusu, uçucu bir neşe sağlar.
Reklam
Benliği geliştirmeyen bir ilişki bozulabilir, kendini ifadeye izin vermeyen bir iş terk edilebilir.
Moderniteyle birlikte, benliğin yükselişine tanıklık ediyoruz. Benliğin hayatı tek başına anlamlandırdığı ve insanın duygularına yakınlaşmak suretiyle kendi benliğini bulması gerektiği düşüncesi, "kişisel gelişim" mitinin belkemiğini oluşturuyor.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Toplumlarımız önceki nesillere oranla daha fazla acı çekmiyor, ama aciya tahammül artık bir erdem değil. Dolayısıyla, gerek ruhsal, gerekse de bedensel ızdırap, bir an önce kovulması gereken birer ifrit gibi mütalaa ediliyor. Depresyonun biyokimyasal dili bizi anlamdan ve anlatıdan mahrum bırakıyor.
Elli yıl önce bu kadar yaygın olarak depresyon teşhisi konulmuyordu. Depresyon antidepresanların yaygınlaşması ve yan etkilerinin azaltılmasıyla daha çok teşhis edilmeye başlanmıştır. Eğer onu tedavi edebilecek antidepresanlar olmasaydı, bu duruma depresyon adını vermeyecektik. Yani, tedavi seçeneklerinin çoğalması ve bu seçeneklerin pazarda hatırı sayılır bir değer ifade etmeye başlaması, depresyon teşhisini de yaygınlaştırmıştır. Pazarın istekleri bilimin bakış açısını belirleyebilmektedir.
Reklam
Çarkın içinde sıradan bir vida olmak, varlığımıza esaslı bir cevap arayan bizi, ürpertici sorular karşısında kolsuz kanatsız bırakıyor. İnsan benliği, kadim zamanlardan beri bağlanmak arayışında. Benliklerimizi aşan, daha yüce, zamanla ve zeminle değişmeyecek değerlere bağlanmak, ruhu özgürleştiriyor.
Diğerini duymaya ne kadar az zaman ayırır olduk! Sohbet için hiç vaktimiz yok. Hayat için umarsız bir koşturmaca, ilişkilere menfaat eksenli bir bakış, ruhlarımızı var olmanın ızdırabından sıyıran uçarı bir neşe, içtiğimiz suyu, soluduğumuz havayı kirletip duruyor.
Kendine yabancılaşan insan, idealize ettiği güce daha büyük yakınlık duyar ve bağlanır. Kendine güvenini yitirdiğinde idealize ettiği kişiye güvenir, ona sığınır. Kendinde kaybettiği her şeyi onda bulduğu için ancak oradayken hayatta kalabileceğine inanır. Onun olmadığı her yer risktir, yalnızlıktır, belirsizdir, korkutucudur. Belirsizlik içinde kalmakta da ıstıraplı da olsa bir belirlilik içinde olmayı tercih eder.
Kendini değersiz, yetersiz, özgüvensiz, başarısız hisseden insan duyduğu acı ve çaresizlik karşısında celladına daha sıkı tutunacaktır. Evet... Tıpkı Stockholm sendromunda olduğu gibi.
Reklam
İstihfaf ettiği, kendisinden zayıf bulduğu mahlukların mahkumu olmak çok harap edici bir şeydi.
Muazzez'in varlığı Yusuf için büyük boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti.
Hayat, birbirinden ayırdıklarını, kısa bir müddet için yaklaştırır gibi olsa bile, uzun zaman yan yana bırakmıyordu. Geçen günleri bir daha geri getirmek mümkün değildi ve sadece hatıralar, iki insanı birbirine bağlayacak kadar kuvvetli değildi.
Ömrünün bu en güzel gecesini, ömrünün bu en korkunç gününün takip etmesi mi mukadderdi? Neydi bu içinden çıkılmaz meseleler? Neydi bu mavi göğe veya sevgili bir yüze bakmayı zevk olmaktan çıkaran hisler ve üzüntüler?..
Zaten, bir felakete sükun ve itidalle tahammül edenlerin manzarası, o felaket için ağlayıp çırpınanların manzarasından çok daha korkunç ve ezicidir. Kuru ve sabit gözlerin arkasında nasıl bir ateşin yandığı; yavaşça kalkıp inen göğsün içinde nelerin kaynadığı bilinmediği için, insan mütemadi bir ürkeklik ve tereddüt içinde üzülür...
227 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.