Demin bitirdim bu kitabı. Okuduğum çoğu incelemenin aksine beni derinden sarstı ve şaşırttı. Bir insan nasıl olur da birini bu kadar sever ve aynı miktarda o kadar nefret taşır kalbinde sorusu kitap bittiğinde aklımda kalan tek şeydi. Karakterlerin çok yönlü olmasını çok sevdim. O dönemdeki yazılan kitapların aksine -Jane Eyre gibi- her karakterde bazen yeterli miktarda bazense akıl almaz bir kötülük barınması gerçek hayata yakın örneklerden biri. Çünkü hepimiz insanız ve hiçbirimizde tümüyle iyilik veya kötülük timsali yok. Heathcliff, çocukluğundan beri zor bir yaşam geçirmiş, sevdiği kadına kavusamamis bir karakter olarak çıkıyor en başta karşımıza. Bu karakter için sonraları yalnızlığı tercih eden biri veya bir şekilde mutlu olması gerektiğini bekledim bir yerden sonra. Ancak iki kuşak boyunca türlü kişilerden intikamını alması ve kimseye rahat vermemesi gibi, veya önümüze eğitimli, saflik timsali olarak çıkarılan Linton'ın yaşamının son saniyesine kadar Heathcliff'ten nefret etmesi gibi; aynı karakter içindeki zıtlıklar beni kendine çeken şeylerden biriydi bu kitapta. İnanılmaz sürükleyici geçti. Yazarın dili su gibi alışkandı. Kitap hakkında söylenecek bir sürü şey var, sadece inceleme yazmakta iyi değilim ancak geriye dönüp baktigimda okuduğum kitaplar hakkındaki o günkü düşüncelerimi görmek farkli hissettirdiği için yazmayı kendime borç bilirim.
Is kendimizi mutlu etmeye geldiğinde biz insanlar pek çok farklı coğrafyada, çağlar boyunca başkalarının başarısızlığına ve küçük düşmesine bel bağlamışızdır.
Bak. Ne kadar çok erkekle yattıysan, seni o kadar çok seviyorum. Anladın mı?
-Evet çok iyi anladım.
Saflıktan tiksiniyorum, iyilikten tiksiniyorum! Erdem diye bir şey olmasın istiyorum. Herkes dipten doruğa yozlaşsın istiyorum.