Tanzimat romanının Paul ve Virginie okuyan kahramanları, yabancı telkinden uzakta yaşanmış bu doğal aşka özendiklerinde, tam da başkasının doğallığına imrendiklerinden, yabancı telkine kapılmış oluyorlardır çoktan.
-Çocuklar, ben anladım bu vicdan azabı denilen şeyi. Hiçkimse kendisininkini hatırlamıyor. Herkes, başkalarının çekmesi gereken vicdan azabını biliyor.
YAŞADIĞIM
Uzun geceleri yaşadım
Yaşamın bir döneminde
O uzun dönemde
Bir uzun gece Yaşamını yaşadım.
Güneşli günleri yaşadım
Okuduğum bir kitapta
Yaşadım bir kitapta
Okuduğum günleri
Güneşli,
Aşk yataklarını da yaşadım
-Herkes gibi-
Etimde kanımda kemiğimde
Yaşadım kemiğimde yataklarını
Kanımda yatakları
Etimde yataklarını
Aşkın.
Duyuyor musun atışını yüreğimin?
Sesini suskunluğumun?
Şiirlerin elimin altında ve denizin mavisi gibi yalın ve deniz gibi sonsuz
Bir burnu dönüyoruz
Denizle gökyüzü arasında kalmış şarap rengi kayalar karşılıyor bizi.
Mutluluk mu?
Bilmiyorum.
Aşk mı?
Bilmiyorum.
Umut mu?
Bilmiyorum.
Gidenin geri dönüşü mü?
Bilmiyorum.
Bir kanat çırpışıyla uzaklaştırdı
Kara bulutları
İki kırlangıç.
Mavilik onun yerini alan
Martıyla geldi.
Sonra Bir güvercin uçtu.
Gece çöküyor.
Sabalı uyanışlarını
Sevmeyen sen
Hazırlan
Karanlık derin ve ılık bir aynada seyredeceksin birazdan kendini.
Yalnız düşlerinin ile düşüşlerinin tabirnamesi bende.
Bunu unutma.
SİS
Sis çöküyor
/ Bu mevsimin kaçıncı sisi? /
Karşı kıyıların tepeleri
Ve denizdeki balıkçılar
Görünmez oldular.
Deniz, ölü bir göl.
Çan sesleri örtüyor
Balıkların sesini.
/ Ansıyan var mı
En son ne zaman duymuştuk
Kırlangıçların, hanilerin
yunusların nefesini? /
Yıkma beni. Bu benim kaçıncı kez serilip doğruluşum. Kaçıncı kez, tam oluyor derken yaya kalışım... Şimdi artık tam olmuşken, yapmayın bunu bana. Sonunu getireyim.
Televizyon bir şamardır. Hem de kendi hanemizde kendi elimizle suratımıza inen büyük bir şamar. Bize neler yasak, şunlar
bunlar. İşte bu yasakları, bu haramları televizyonun bizim hanemizin içine kadar getirir her çeşidini, barını, umumhanesini,
meyhanesini ve biz oturur Müslümanlığımızla, karımız kızımızla onu seyrederiz. Ve sonra deriz ki, nasıl oluyor da
mukaddesâtımız elden giderken, bize vururlarken ses etmez, vurana vurmayız.
Düşünün bakalım televizyon karşısında muhallebi gibi gevşemiş bir Müslüman da değil cihad etmek, acaba kalkıp bir farzı
ifa edecek kuvvet ve istek kalmış mıdır?