İnsan bazen acı çekmek ister, dibe vurmak ister. Dibe yakın değildim, çünkü az çok biliyordum hayatı, dip diye bir şey yok, acıları insanın kendi gözünde büyütmesi anlamsız. İnsan denen yaratık öyle acz içinde ki, ulu dediği dertleri bile hayatın kendi döngüsünde unufak aslında. Nedir ki acı, sıkıntı, bunalmak, daralmak, boştu hepsi, anlamsızdı. Terk mi edildin, sevdin de sevilmedin mi? O da bir şey mi? Değil mi? Bazen canı sıkılırdı insanın. Bakıp yakında olması gerektiğini düşündüğü her şeye ve görüp hepsinin uzakta olduğunu... Neden yakında olmalı? İstiyor ya, ondan. Anlamsızdı işte.
Yine de, yaşama dair hiçbir kuram onun için yaşamın kendisi kadar önem arz etmiyordu. Eylem ve deneyden koparılmış zihinsel akıl yürütmelerin ne denli kısır olduğunun bilincindeydi.
Ne kadar güzel söyledin insan ruhunun yarası dikiş tutmaz diye... Aynı zamanda ruhun yarası, bedenindekinden daha etkilidir, daha ıstırap verici. Bu acı o kadar güçlüdür ki, insan başka dünyalara dönüp bakamaz bile... İstese bile yapamaz bunu...