Tüm uygarlığımız, karşılıklı kâr sağlayan bir alışveriş düşüncesi, satın alma açlığı üzerinde yükseliyor. Çağdaş insanın mutluluğunun temelini mağaza vitrinlerine bakmak, dilediği bir şeyi peşin ya da taksitle almak oluşturuyor. Kadın ya da erkek olsun, insanlara aynı gözle bakıyor. Erkek için çekici bir kadın ve kadın için çekici bir erkek peşinde olduğu bir ganimettir. "Çekicilik" kişilik pazarında genellikle aranan ve peşinde koşulan bir süslü nitelikler paketi anlamına gelir. Kişiyi çekici yapan şey, fiziksel olduğu kadar düşünsel olarak da günün modasına bağlıdır.
Türümüze özgü diğer iki sesli ifadenin, gülümseme ve gülmenin, ağlamadan evrilmiş olmalarıdır. "Ağlayıncaya kadar gülmek" bu ilişkiyi belirten bir deyimdir. Ancak, evrimsel açıdan baktığımızda, bu ilişkinin tam ters yönde gelişmiş olduğunu yani gülünceye kadar ağladığımızı görürüz.
Nasıl olmuştur bu? İlk önce ifade biçimleri olarak ağlama ve gülmenin birbirlerine çok benzediklerini anlamamız gerek. Birbirinin karşıtı iki ruh halini ilettiklerinden aralarındaki benzerlikler çoğunlukla gözden kaçar. Ağlama da olduğu gibi, gülmede de adele kasılır, ağız açılır ve soluklar hızlanır. Aşırı hallerde yüz kızarır ve gözler yaşarır. Ancak, çıkarılan sesler o kadar şiddetli olmayıp daha alçak perdedendir. En önemlisi, bu sesler daha kısa sürelidir ve birbirlerini daha yakından izlerler. Sanki bebeğin uzun yaygarası küçük parçalara bölünmüş ve aynı zamanda daha bir olgunlaşarak düzgün ve alçak perdeden sesler haline dönüşmüştür.
Gülme tepkisinin ağlama tepkisinden ikinci bir işaret biçimi olarak evrilmesini şöyle açıklayabiliriz : Daha önce de belirttiğimiz gibi, ağlamak doğumda bile mevcutken, gülmek ilk olarak üçüncü, hatta dördüncü ayda, yani bebeğin anasını tanımaya başladığı günlerde ortaya çıkar.
Çevrenin kesin gerçek ısı düzeyi kadar, güneş ışınlarının doğrudan doğruya vücut üstündeki etkisinin de büyük rolü vardır, iklimin tüylerin dökülmesine uygun, yani orta sıcaklıkta, olduğunu kabul etsek bile, bu işin bütün et yiyiciler arasında, ne için sadece çıplak maymunun başına geldiğini açıklamakta güçlük çekeriz.
Şimdiye kadar bu soruya
Avcı maymun, toplumsal alanda da benzerleri ile anlaşmak ve işbirliği yapmak zorunda kaldı. Yüz ve ses ifadeleri daha karmaşık bir biçim alıyordu. Kullanmaya başladığı yeni silahlarla, kendi topluluğu içinde saldırıları önleyecek etkili tedbirlere başvurması gerekecekti. Öte yandan, belirli bir üssü savunmak zorunda kaldığı için rakip gruplara
Bilgisizlik, korku ve çatışma, günlük bilincin temel öğeleridir. Bu öğelerden yararlanarak, sanat ve politika öyle toplu düşler yaratır ki bunlar insanların hangi toplumsal konumda bulunduklarını anlamalarına engel olur.
Buna göre, felsefeden yoksun olanlar bir mağarada, bağlandıkları için tek yöne bakabilen, arkalarında ateş ve önlerinde bir duvar bulunan mahkûmlarla karşılaştırılabilir. Duvar ile mahkûmlar arasında hiçbir şey yoktur; gördükleri tek şey, ateşin ışığıyla duvara vuran kendi gölgeleri ve arkalarındaki nesnelerin gölgeleridir. Kaçınılmaz olarak bu gölgeleri gerçek kabul ederler ve gölgelerin kaynağı olan nesnelere ilişkin hiçbir fikirleri yoktur. Sonunda birisi mağaradan kaçıp gün ışığına çıkmayı başarır. İlk kez gerçek şeyleri görür ve o zamana kadar gölgelere aldandığının farkına varır. Koruyucu olmaya uygun bir filozofsa, tekrar mağaraya inip mahkûm arkadaşlarına hakikati anlatıp çıkış yolunu göstermeyi görev bilir; ama onları ikna etmekte güçlük çekecektir; çünkü gün ışığından geldiği için, gölgeleri onlardan daha bulanık görecek ve arkadaşlarına, kaçıştan öncekine göre daha ahmak görünecektir.
Asıl açıklanması gereken, neden aç insanın çaldığı ya da sömürülen adamın grev yaptığı değil, neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediğidir.
Kişinin, sevilen objeye sanki kendi egosuymuş gibi muamele ettiğini dolayısıyla da âşık olduğumuz zaman hatırı sayılır miktarda narsistik libidonun sevilen objeye aktarıldığını görmekteyiz. Sevgi objesinin seçiminde izlenen yolların pek çoğu objenin bizim erişememiş olduğumuz kendi ideal egomuzun bir ikamesi işlevini gördüğünü daha da açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Objeyi, bizim kendi egomuz için elde etmeye çalıştığımız, kusursuzluklarından ötürü onu sever ve böylelikle de dolambaçlı bir yoldan kendi narsisizm'mimizi tatmin etmeye çalışırız.
Cinsel yönden aşırı değer biçme ve âşık olma hali ne kadar şiddetli bir biçimde olursa ortaya çıkacak tablonun yorumu da bizim için o kadar açıklık ve kesinlik kazanacaktır.