“Polonya’dan bir kalıp sabun alırsan, lütfen yüzünü yıka. Büyük bir olasılıkla benden yapılmış bir sabun olacaktır. Böylece ben de yüzüne bir kez daha dokunabileyim.”
Beşir bu otobüs yolculuğunun hızlı mı yoksa yavaş mı geçmesini istediğinden emin değildi. Eğer çabuk geçerse daha erken el-Ramla’da olurdu ama zaman daha yavaş akarsa o zaman her kıvrımı, her sınır taşını, kendi tarihini taşıyan her parçayı daha çok özümseyebilirdi.
Mesele doğru niteliklere sahip olmayı ya da doğru duyguları hissetmeyi istememek değildi, mesele bunları yapamamaktı. İyi olanla mümkün olan hiçbir zaman birleşmiyordu.
Kitapların ana hatları bürokratlar tarafından belirlenecek ve öyle çok elden geçecek ki son halini aldığında fabrikadaki montaj bandının sonundaki bir Ford araba ne derece bireyselse o kadar bireysel olabilecek.
Muhtemelen romanların ve öykülerin yerini tamamen film ve radyo alacak ya da belki insan inisiyatifini minimuma indirecek cinste bir taşıma bandında üretilen düşük kaliteli duygusal kurmacalar ayakta kalacak.
Kitap tüketimimiz şimdiki gibi aşağılarda seyrederse, en azından şunu kabul edelim ki, okuma işinin köpeklerden, sergilerden veya barlardan daha az heyecan vermesi olduğundan dolayıdır, yoksa kitap almak ya da kiralamak pahalı diye değil.
Rezene saplarıyla donanmış benandantinin, süpürgedarısı saplarıyla donanmış cadılara ve büyücülere karşı savaşması… “Mahsul sevgisi”nden doğan bir mücadeleye tutuştukları şuuruyla, toplumlarına bereketli bir hasat, küçük tahıllar ve üzüm bağlarından oluşan bol yiyecek, yani aslında “yeryüzünün tüm meyveleri”ni temin etmeye çalışmışlardır. Bu, 16. yüzyılın sonuna kadar, Friuli’nin ana iletişim yolları dışında kalan marjinal bir bölgesinde olağanüstü bir canlılıkla varlığını sürdürmüş bir tarım ritüelidir.