Yol uzun
Yol dumanlı
Yol kıvrılıp kalıyor dağların yüreğinde
Ayaklarım siyah,yorgun ve yalnız
Yürümek nasıl da ağır
Yürümek nasıl da tenhâ
Ama kuşlar uçuyor göğünde duslerimin
Ama bahçeler yeşil
Dağ çılgın,ova sarhoş
Ben bu illerde meczup
Ben bunu yolculugun son elçisiyim
Can toprakta tohum
Can denizde kum
Başarmak istiyorum
Fakir bir dille zengin bir düşünce dünyası kuramayız. Dil ve düşünce dünyamız eş zamanlı olarak fakirleştiğinde başkalarının kavram ve tasavvur dünyasının esiri oluruz. Düşünmek, bu esaretten kurtulmaktır.
"Kalabalık beni sahiden sıktı. Ben ikide bir böyle oluyorum, bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen de hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Bu nefret filan değil... İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile... Sadece bir yalnızlık ihtiyacı. Öyle günlerim oluyor ki, etrafımda küçük bir hareket, en hafif bir ses bile istemiyorum. Fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birilerini arıyorum. Bütün bu beynimde geçenleri teker teker, uzun uzun anlatacak birini. O zaman nasıl hazin bir hal aldığımı tasvir edemezsiniz. "
Soruların, kuşkuları, kaygıların zamanı değil. Hedefi gözlemenin, gözden kaybetmemenin, rüzgara ve kıpırdayan eşyaya dikkat etmenin, hışırtıları değerlendirmenin, en sürekli sükunet içinde alarm halinde olmanın zamanıdır
"İnsanların büyük kısmının kendileri hakkında, Orta Afrika ülkelerini ne kadar biliyorlarsa o kadar az bilgileri vardır." Kendilerini incelemek için dikkatlerini dış dünyadan çekip içlerine asla dönmek istemezler, daha doğrusu bilinçlerini dış dünyadan gelen her şeye açık tuttukları için dış ilgilerin bu akıntısının derinliğini ölçme ve kendi benliklerinin derinliklerinde yatan kayalık zemine kadar inme cesaretine sahip değillerdir.