“Efsane midir, gerçek midir, bilinmez. Tam da şu gördüğünüz, akan derenin yanı başında, kıvrım kıvrım giden yollarda yaşanmıştır bu hadise. Obalı insanlar o zamanlarda, ovada yaşayanları dayanıksız görürlermiş. Ovalı bir damat adayı olduğunda, dayanıklılığını ispat etmesini isterlermiş. Şu gördüğünüz yollardan yürüyerek, aşağı Zeytinli köyünden aldığı kırk okka tuzu, yayladaki obaya taşıması gerekirmiş damadın. Bugün yürüme ile yaklaşık 3-4 saat süren bu yolu, sırtında kırk okkalık tuz torbasıyla Hasan da çıkmaya başlamış.
Az gitmiş, uz gitmiş ama çok yorulmuş Hasan. Rençberlik yaptığı için, bu tür yükleri taşımaya alışık değilmiş. Beyoba’ya doğru çıktığında, artık yorulmuş. Sütüven Şelalesi’nin oraya vardığında, yol, derenin içinden geçiyormuş. Hasan’ın atlaması gerekiyormuş. Sudan atlarken ayağı kayıp düşmüş ve bir daha da kalkamamış Hasan. Sonra ne mi olmuş?
Emine ki bu göle,
Hasan’ı koyuverdi;
Hasan tuzlar içinde,
Eridi, akıverdi.
Dağlar, ağaçlar, sular,
Bir ağzından bağırdı.
Dediler: “Ah Emine
Acı vursun gönlüne.”
Yörük kızının gönlü,
Duyunca bu sesleri,
Sırtındaki çuvalı,
Atıp da döndü geri.
Hasan’ın gömleğini,
Sadece gördü, giydi.
Suyun çağıltısıyla,
Bedeni serinledi.
Hadise buna benzer farklı şekillerde yıllar içinde anlatılagelir. Hasanboğuldu’nun ismi, işte o Hasan’dan gelir.”