-Ne demek Bulgar?Ha ne demek?Diye sorup durmuştu kocasına.Biz el memleketinde,birçok sıkıntı ve zorluk içinde,Türklüğümüz yüzünden ne eziyetler çektik?Nelere katlandık?Ne işkencelere maruz kaldık?Sadece Türk'üz diye.Ve şimdi burada kalkmış bize Bulgar diyorlar.Nasıl derler?Anlamıyorum?Nasıl diyebilirler?Orada Türk'üz diye hor görüldük,burada Bulgar diye ötekileştiriliyor,dışlanıyoruz.Bulgaristan'da Türk'tük,Türkiye'de Bulgar!Bir ortasını bulamadık ki!Biz kimiz?Sahi gerçekten kim?
Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni.
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru.
-William Shakespare-
Sussan kahır, konuşsan keder.
Böyle anlar içindir maskeler.
Çukurlaşamayan bir gamzenin, karşıyı gören göze baktığı kederiyle,
Her ağzın kenarında istemsiz bir tebessümdür böylesi zamanlarda.
Gece 12 yi biraz geçtiyse,
Baykuşlar òtüyor,
Açık camdan üşümüş kelebekler,
Lambanın etrafında pervaneyse.
Evsiz bir tırtıldır sözü kalmamış insan,
Büyüyüp kelebek olunca, kapalı camlara vura vura kendini öldüren...
(Metin Pir.)
Kaçımız telâşlar içinde, geçip giden yaşamımızda,bulutlardan, dağlardan, deniz, göl manzaralarından haberdarız. Aslında yaşayabilmek için ne çok yaşanması gerekeni göz ardı ediyoruz.
Tavanı gökyüzü olmalı insanın, muhattabı kuşlar,
hüznüne sebep olan yalnızca duyduğu müzikler olmalı...
Birbirini oynarken yerden yere vuran kedileri görebilmeli