"Bir gemide bir derviş vardı.Erliği ve yiğitliği kendisine arka yastığı yapmış,ona dayanmıştı.Gemide bir kese altın kayboldu.O,uyuyordu.Herkesi aradılar.
Biri onuda gösterip,
'Bu uyuyan yoksulu da arayalım' dedi.Para sahibi derdinden onuda uyandırdı ve,
'Bu gemide bir kese kayboldu.Herkesi aradık,bu arayıştan sen kurtulamazsın.Hırkanı çıkar,soyun da senin hakkında kimsenin şüphesi kalmasın' dedi.Derviş,
'Ya Rabbi,şu aşağılık kişiler,kulunu töhmet altına alıyorlar,fermanını eriştir' dedi.
Dervişin gönlü dertlenir dertlenmez hemen denizin her tarafından,yüzbinlerce balık baş çıkardı.Her birinin ağzında bir inci vardı.Ama ne inci? Her tanesi bir memleket haracı.Allah'tan geliyor,elbette eşi bulunmaz.Derviş gemiye bir kaç inci atıp fırladı,havayı âdeta kendisine bir taht edip oturuyordu.Padişahlar gibi tahtının üstüne bağdaş kurup kuruldu.O,havanın yücesinde,gemi de onun önünde! Dedi ki;
'Yürüyün,gidin.Gemi sizin Hak benim,yoksul bir hırsız sizinle bir arada olmasın! Bakalım,bu ayrılıktan kim ziyan eder? Ben hoşum,Hak'la çift,halktan tek! O,ne beni hırsızlıkla töhmet altına alır ne yularımı bir gammaza verir!'
Mevlânâ Celâleddin-i Rumî,Mesnevî,II,s.426-427