"Durmak. Bu kelimeyi önemsediğim bir zamandan geçiyorum. Bir insanda durmak. Bir duyguda durmak. Geçiştirmeden. Hırpalamadan. Bastırmadan. Yadsımadan. Sadece durmak. Unutamıyorsan, unutmama duygusunda durmak. Acıysa, acının etrafında durmak, gezinmek... Kaçmamak. Kendi duygularının arkasında durmak. Sevdiğinin yanında durmak. Yanında yoksa, yokluğunda durmak... Bir süre ya da ne kadar sürerse sürsün.
Hız çağı ya da tüketim kültürünün insan ilişkilerine olan vahşi saldırısı, artık adını nasıl söylersek söyleyelim, "duramıyoruz." Özellikle ikili ilişkilerdeki hareketlilik, bizden duygularımıza dair beklenen hızlı geçişler (hızlıca sev, unut, vazgeç, ayrıl, barış) ne duygularımızı duymamıza ne de bir insanda kalmamıza izin veriyor. İnsanları nesneleştirip harcarken, kendimizi de bu hız çağında "daha iyisini" bulma arayışında, "yeterince iyi" olanı istemeyip aşırı bir açgözlülükle heba ediyoruz. Duygularımız bağırıyorlar ama duymuyoruz; bu yüzden duygularımızı duymaya terapi odalarına gidiyoruz. Kendimizi duymak için. Kendimizle durmak için...
Benim kendime yeni sözüm var: o da durmak. Birini seviyorsam, sevme duygusunda durmak. "Başkasını bul," "başkasını sev" ne kadar çok önerilirse önerilsin, aşkın içindeki acı çekme duygusu ne kadar "yok sayılmaya" çalışılırsa çalışılsın, artık "başkasını" sevmeye değil de, birinde "durmaya", birini severken durabilmeye daha çok ihtiyacım var."
'Arda Erel'