Köyün yarısı ağıl, ahır; yarısı ev. Kadınlar belleri kuşaklı, etekleri yerleri süpürüyor, yoksulluğun ve bilmezliğin ağırlığıyla çirkinleşip gitmişlerdi.
Barış’ı tanıdığım yerde ne çiçekler vardı, “Ne de başı bulutlarda bir çınar.” O gevrek sesiyle simitçi bile giremezdi oraya. Taş avluya kuşlar konardı bazen.
İlk bakışta 5-A sınıfımızda küçük bir iç savaş yaşanıyor gibi görünse de beden eğitimi dersi başladığında her şey ikinci plana atılırdı. Sırplar, Hırvatlar, Müslümanlar, Slovenler ve babasının ismini söyleyemeyenler hep birlikte spor salonuna futbol oynamaya koşardık. Artık orada kimin ne olduğunun bir önemi yoktu.
Sahada Sırplar hücumcuydu, Hırvatlar sol bek, Müslümanlar kaleci, babalarının isimlerini açıklayamayanlar ise kalorifer petekleriydi, çünkü yedek sandalyelerini ısıtıyorlardı.