Gelmiş geçmiş en iyi günlerdi, gelmiş geçmiş en kötü günlerdi; hem bilgelik çağıydı hem ahmaklık; hem inancın devriydi hem şüpheciliğin; hem Aydınlık hem Karanlık bir mevsimdi; umudun baharı, umutsuzluğun kışıydı; hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu; hepimiz ya doğruca Cennete gidecektik ya da tam aksi istikamete…
Kitabın ilk 209 sayfası için konuşursak; hayatımda bu kadar fazla betimlemelere yer veren başka bir kitap daha okumadım. Ayrıca kitapta 500 farklı insan adı geçiyor. Yazar bu kadar isim soyisim bulmak için paris telefon rehberini kullanmış olmalı; zira bu kadar ismi hayatı boyunca tanımadığına eminim. İlk 200 sayfada sürekli yapılar, mimari, tıp, simyadan bahsediyor, ancak hiç biri akıcı değil. Kitaba 209. sayfadan başlayanlar hiç bir şeyi kaçırmış olmazlar. İlk 209 sayfa ne kadar sıkıcı ve kötüyse geri kalan tüm sayfalar aksine bir o kadar iyiydi. Her satırı heyecan dorukta okudum. Ancak kitap bitince yaptığım araştırma sonucu bu kitabın; 19. yüzyıl başlarında Paris şehir planlamacıları tarafından katedralin bakımsızlığından ötürü katedrali yıktırmak istediklerini, Victor Hugo’nun bu sebeple halkın ilgisini çekmek için Notre Dame'ın Kamburu’nu yazdığını, bu sayede katedralin kurtarılması için kampanya başlatılmasını sağlayarak katedralin yenilenmesinde büyük rol oynadığını öğrendim. Muhtemelen ilk 209 sayfada katedralin mimari yapısından söz edilmesinin ve betimlemelerin fazlılığı bu yüzden. Böyle bir amaca hizmet etmesi nedeniyle kendisini tabi ki çok takdir ediyorum ama yine dediğim gibi 200. sayfadan itibaren okuyanlar bir şey kaçırmamış olacaklardır.
Şaşırmış, kendinden geçmiş, büyülenmiş bir halde gözlerimi senden alamıyordum. Seni izlerken aniden korkuyla titredim: Kaderin beni ele geçirdiğini hissettim.
Dünyada Sorbonne’daki tartışmalardan, Homeros’un mısralarından başka şeyler olduğunu, insanın sevgiye ihtiyaç duyduğunu, şefkatsiz ve aşksız bir yaşamın boş, yaygaracı ve yürek parçalayıcı bir çark düzeni olduğunu fark etti.
Aytmatov’un her kitabı istisnasız muazzam. Bu kitabında da Sultanmurat isimli bir çocuğun hayatını anlatıyor. Babasına düşkün olan Sultanmurat’ın kardeşi Hacımurat, birbirlerine yürekten bağlı bir aile, bozkır hayatı, zalim savaş günleri ve çırpınışlar… Sultanmurat’ın babası ile şehre gidişi, babası ile geçirdiği o unutulmaz gün, hayalleri ve her zor anında hayallerine sarılarak gücünü toplaması, sevdiği Mirzagül, açlıktan kırılan halka buğday temin etmek için bozkırda verdikleri mücadele ve hırsızların koşum atlarını çalması ile tüm mücadelenin yok oluşu… Hepsi öyle gerçek, öyle insanın içine dokunan bir örgüde anlatılmış ki Aytmatov gibi kelimelere bu derece hükmeden başka bir yazar olamaz. Yine ve yine çok beğenerek bir çırpıda okudum. Her kitabı gibi bitmesin istedim. Gönülden tavsiye ederim.
SultanmuratCengiz Aytmatov · Ötüken Kitapları · 20174,673 okunma