"Çatışma ihbarının geldiği akşam, yani iki gün önce, beraber miydiniz?"
"Evet. TED Kolej'in önündeydik."
"Hangi TED Kolej?"
"Kaç tane Kolej var. Kolej'deki Kolej işte."
"Orayı belediye aldı. Koleji Incek'e taşıdılar."
"Teferruatı bilemem. Biz Kolej'in önünden Kurtuluş istikametine gidiyorduk."
Gözlerine dolan yaşları sildi yine. Sonje'ye nastl geri dönebilirdi ki? Üstelik de böyle kaçtktan sonra. Onu bu kadar istiyor olmanın zayıflığı, onu böylesine uzun süredir istiyor olmanın sabrıyla çatışmaya başladığinda aklındaki düşünceleri silkelemek için başını ağaca dayayıp iyice yasladı bedenini. Ruhu teslimdi.
Duygu diyorlardi buna ama bedenin irettiği bir kimyasal böylesine kontrolsüzce zihinde nasıl gezinebilirdi? Nasil böylesine engellenmez olabilirdi?Duygu en tehlikeli, en bulaşıcı zehirdi.
Emanuel'in, teslimiyetin çaresizliğiyle dolmuş gözlerinden akmak üzere olan damlaya odaklandı Sonje. Damla süzülürken yavaşça parmağıyla dokundu o damlaya. Eline bulaşan ıslaklığın bir duyguyu taşımasının hissinde Emanuel'in teslimiyeti sanki bulaştı Sonje'ye. Duyguların böyle sıvıya dönüşüyor olması ilkellik değil, anlayışın derinliğiydi.
Suyun derinliklerine indirdiğinde bedenini, o duygunun kasıklarından defolup gitmesini bekledi, duyguların ancak analiz edildiklerinde çekildiklerini, reddedildiklerinde iyice derinleştiklerini henüz bilmeden...
Bir dokunuş böylesine bir huzuru nasıl verebilirdi?
İnsan bir dokunuşla nasıl bu kadar hafifleyebilirdi?
Bu hissettiği duygu da neydi?
Bir dokunuş bedenin tüm ağırlığını alabilir miydi?
Sonje ilk defa gerçekten de anlamak istedi.
Savaşmak zorunda hissettiği, anlamak için kendini engellediği, içten içe küçümsediği insansılara dair her olgu bir anda, böylesine basit, siradan bir dokunuşla nasıl da anlaşılmaya değer hale gelmişti?
Hissettiklerini hissetmemek, düşündüklerini düşünmemek
istedi...
Kendisine bulaşan insansılığı suçlamak istedi ama zihninde yayılan bu duyguya nereden saldırırsa saldırsın, bu duygu
uyanmıs bir zihnin besini gibiydi, daha da uyanmak, anlamak için gerekli olan hammadde gibiydi...
İnsan bir dokunuşla uyandırılabilir miydi?
Daha önce anlamsız gelen bir sürü şeyi, bir dokunuş, anlamlı kılabilir miydi?
Bu insansiların izledikleri pornolarda, kadinların kendilerini soktukları o aşağılayıcı durumlarda,deforme edilmiş çiftleşmeyi merkeze koydukları bu dünyada belki de her şey, herkes "gerçek
bir dokunuşun" pesindeydi.
Bu sistem, o dokunuşun arayışinda, uyanabilmek için "o dokunuşu" arayan milyonlarca insansının çaresizliği olabilir miydi?
Çaresizliklerinin derinliğinde bu sistemin kendilerine sunduğu sahte yaşama nedenlerine, suni keyiflerine mi sarılmıştı zavallı insansılar?
Niye düşünmeden hareket etmişti ki! Ayni dersi bin kere alsa da öğrenemeyecek miydi? Hayattan özür dilemek istedi ama özür dilemek, pişmanlık hissetmek için çok geçti.
"Evrende her şey ztlıklarla var olur. Babam derdi ki, bu kadar iyi olma. Sen bu kadar iyisin diye evrenin bir yerinde birileri o kadar kötü olmak zorunda kalıyor... Evrenin tek sorunu denge. Var olan her şey hangi kaynaktan çıkmış olursa olsun, negatif ya da pozitif, ancak dengeye ulaşabiliyorlarsa var olmaya devam edebiliyorlar. Ancak dengedeyken evrimlerini tamamlayabiliyorlar. Aşırı negatif kendini yok ediyor sonunda, aşırı pozitifse mutlaka yok ediliyor. İnsanlıksa bu dengenin kendi içindeki savaşının ürünü. Bu gezegende arınma gerçekleşince evren de mutlak dengeye kavuşacak. Mikrodan makroya. Binlerce, belki yüz binlerce yıl var bunun için ama sonunda biz kazanacağız!"