Herkes ölünce ardında bir şeyler bırakmalı. Bir çocuk, bir kitap, bir tablo, inşa edilmiş bir ev veya duvar, yapılmış bir çift ayakkabı veya ekilmiş bir bahçe. Elinin bir şekilde dokunduğu bir şey, öldüğünde ruhunun gideceği bir yer olsun diye. Böylece insanlar ektiğin o ağaca veya çiçeğe baktığında sen orada olursun.
Sadece çim biçen adamla bahçıvan arasındaki fark dokunuştadır. Çimleri biçen adam orada hiç olmamış gibidir, bahçıvansa bir ömür boyu orada olacaktır.
Ama insanın en muhteşem tarafı budur; sil baştan yapmaktan vazgeçecek kadar umutsuzluğa veya tiksintiye kapılmaz asla... çünkü böyle yapmanın önemli ve yapmaya değer olduğunu çok iyi bilir.
Tek bir şey, tek bir kişi veya makine ya da kütüphane tarafından kurtarılma arayışına girme. Kendini kurtar, boğulursan da en azından kıyıya doğru gittiğini bilerek ölürsün.
“Kitaplar aptal, salak olduğumuzu bize hatırlatmak için var. Onlar gösteri alayı caddeden gürültüyle geçerken Sezar’a ‘Fani olduğunu hatırla Sezar’ diyen muhafız kıtası gibiler.”
Kitaplar unutmaktan korktuğumuz bir sürü şeyi depoladığımız kapların bir türüydü yalnızca. Hiç sihirli bir tarafları yok. Sihir sadece kitapların söylediklerinde, evrenin parçalarını nasıl dikerek bizim için giysi haline getirdiklerinde.
“Bir arkadaşlığın tam olarak hangi anda kurulduğunu bilemeyiz. Nasıl bir kap damla damla dolarken son bir damla kabı taşırıyorsa, aynı şekilde bir dizi iyilik arasından en az biri kalbi doldurup taşırır.”