Belki daimi bir öfke içindeyizdir ve kendimize yetemediğimiz için kendimizden,istediğimiz şeyi hiçbir zaman tam anlamıyla vermedikleri için de başkalarından intikam alıyoruzdur.
“Başkalarının bizi değiştirmesine müsaade etmektense her şeyi yok etmeyi yeğleriz,zira hayatımızın başında birtakım insanların bizi nasıl değiştirdiğine dair güçlü hatıralarımız vardır…”
Travma çok önce gerçekleştiği için genellikle bizim bilinçli farkındalığımızın ötesinde bir yerlerde saklı kalmış hâldedir. Bir sorun olduğunu biliriz ancak "ne olduğu" yla ilgili kısmını anımsayamaz, tanımlayamayız. Bunun yerine kendimizde sorun olduğunu zannederiz, içimizde bir şeyin “bozuk veya eksik" olduğu kanısına varırız.
Ben ezeli bir mağdurum, coğrafi kader, siyasi kader, biyolojik kader...Anlaşılmadım, anlaşılmadım, anlaşılmadım.
Hayatını bir bozgunlar silsilesi. Hiçbir kavgam zaferle taçlanmadı. Ben ezeli bir mağlubum.
İdeolojik tercihlerimizde duygunun da payı olduğunu, fikrin oluşumunda sevgilerin, aynı zamanda kinlerin de etkili olabileceğini, hatta ideolojilerin "kinlerimize takılan maskeler" olduğunu söylüyor olması tesadüf değil.
Sanırım yaşayabilmenin bir yolu da, kötü alışkanlık denilip yaka silkilen şeylerden kendinize uygun olan birine saplanmak, bir şeyin tiryakisi olmaktır.
Bazen yekpare bir öfke duyuyorum, kendisi de yekpare görünen hayata. Evet işte tam burada, bu saatte devam eden hayata. Bu kadar zıt şey nasıl bir araya gelmiş, birbirini bulmuş?
İnsanları bilmeliyiz, anlamaya çalışmalıyız, değil mi beyefendi? Yani konformist olmamayı, adetlerin, ahlakların, her şeyin sulp halde olmadığını, hatta taşın, toprağın bile aşınıp şekil değiştirdiğini bilmeliyiz.