Gerçek ahlaksızlık, zihni tertemiz çocuğa utanç yüklemek.
Papa IX. Benedict, ''ahlaksızlık abidesi'' ve ''rahibin kılığına girmiş cehennemden gelen bir iblis'' olarak tanımlanıyordu. Benedict aynı zamanda eşcinsellik ve hayvanlarla ilişkiye girmekle suçlandı. Bunun yanında tecavüz ve cinayet ile de suçlanıyordu.
Sayfa 13
Reklam
Hiçbir ahlaksızlık tek başına işlenmez.
Ben öyle çok ahlaksızlık gördüm ki bugüne dek, artık neyi nasıl görmem ve nereye koymam gerektiğine karar veremiyorum. Ahlaksızlığın ve ahlaklılığın ne olduğunu bile bilmiyorum.
296 syf.
8/10 puan verdi
·
Liked
Kitap Özeti Avrupa'dan İstanbul'a idealist bir doktor olarak dönen Mansur, İstanbul'u yozlaşmış ve ahlaksızlık içinde görür. Kendisi bu çöküşün ve yozlaşmışlığın, güzel ahlakla ve çalışarak giderileceğini düşünür. Bu yolda çalışır. Doktorluk yapar hastaları ücretsiz muayene eder. Zengin bir ailenin doktoru olur Bu ailede Evin hanımı Müzeyyen, evin kızı Sabiha evin büyüğü ve Müzeyyen'in kocası Şeyh Efendi ile yeğenleri Zehra ve kalfalar yaşamaktadır. Raşid Efendi Müzeyyen'in kardeşidir ve mirasa göz diker bu yüzden herkesi öldürmeye çalışır. Sabiha Mansur'a aşıktır ama Mansur Zehrayi sever. Raşid Efendi karısı Emine'nin yardımıyla Sabiha ve Kazım Efendiyi bir araya getirir. Sabiha hamile kalır. Ama hastalanır. Raşid Efendi ona zehir veririr ölmesi için Mansur bu oyunu ortaya çıkarır. Bunun üzerine Raşid Mansur ve diğerlerini ortadan kaldırmak için konağı yakar. Bu olaydan sonra Müzeyyen ölür. Sabiha da kurtarılamaz , Şeyh Efendi felç olur. Mansur, Raşid'i bulup uçurumdan atar. Şeyh Efendi ölmeden mirasını Mansur'a bırakır. Mansur Zehra ile evlenir. Manisa'da köy enstitülerine benzer bir okul kurar ve ülkeyi bu şekilde kurtarmaya çalışır. Bir iki yıl sonra 1877 Osmanlı Rus savaşı başlar Mansur doktor olarak katılır. Bir iki yıl sonra verem olur . Ülkenin daha iyi olacağına umudu artar ve bir ay sonra ölür.
Turfanda mı Yoksa Turfa mı ?
Turfanda mı Yoksa Turfa mı ?Mizancı Mehmed Murad · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20191,698 okunma
Tanrısız bir zeminden hareket eden Friedrich A. Hayek, yaklaşmakta olan büyük işsizlik ve fakirlik furyasını görerek "herkes için minimum bir maaş garantisi veya insanın kendini ayakta tutacak geliri kazanamadığında hayatını idare edebileceği bir tür güvenli zemin" talebinde bulunur. Ona göre, büyük servetler sonuçta fakirlerin sırtından elde edilmiştir. Onlara bir tür sigorta, bir tür vatandaşlık maaşı olarak bir pay ayrılması gerekir. Bu ve bunun gibi sermayenin fakirleri desteklemesi önerilerine Wendy Brown, Regan'dan alıntılayarak bir cevap veriyor: "Başka milletlerin kendi kaderlerini tayin etmelerine izin vermeliyiz", kibarca "kimseye yardım edeceğimiz yok, herkes başının çaresine baksın" diyor. Zaten Wendy Brown da "servet biriktirme ve serveti paylaşmama hakkının, İnsan Hakkı" olduğunu bu konuda birilerini zorlamanın AHLAKSIZLIK olacağını" söyleyerek Regan'la aynı fikirde olduğunun altının çiziyor. Yani Wendy Hanım, zenginlere fakirlere destek olun demek ahlaksızlıktır diyor ve üç beş zengini rahatsız etmemek için milyarlarca insanı açlığa ve korkunç acılara mahkûm et meyi, "ahlak" olarak tanımlamayı teklif ediyor. Dikkat edilirse geleneksel ahlak kavramı alt üst edilip yeniden tanımlanıyor ve bir değer olan "başkalarının açlığına sebep olan malı yığmayın" çağrısı, ahlaksızlığa dönüşüyor.
Reklam
-Gâyet Mühim bir Alıntı-
1980 öncesine gidiyorum. Ortaokul öğrencisiyim. Babam bizim evimize de televizyon aldı. Sadece TRT var ve yayınlar siyah beyaz. Günün birinde Charlie Chaplin’i keşfettik. Filmin başından sonuna katıla katıla kahkaha atarak izledik dört kardeş. Bir hafta sonu yine Charlie Chaplin filmi vardı ve saatinin gelmesini dakika dakika sabırla çekiyorken
"Bu sadakat baştan sona sahte de, ondan. Bu sadakatte pek fazla gösteri var, ama mantığın izi yok. Tahammül edemediğin yaşlı bir kocayı aldatmak ahlaksızlık sayılıyor da, kendi içinde zavallı gençliğini, canlılık duygusunu boğmaya çalışmak ahlaksızlık sayılmıyor. "
"Toplumumuzda temiz ve iyi olan her şey mahvoldu ve mahvolacak, çünkü ahlaksızlık batağına saplanmış, çıldırmış, korkunç bir toplum bu."
Sayfa 258
Anadolu romanında mekanın anlamı doğal olarak başkadır. Köy, kasaba ve yabanıl doğa, ezen/ezilen çatışması açısından bazı özellikler ifade eden coğrafya bölgeleridir. Bilindiği gibi dünya edebiyatında köy ve kent karşıtlığının tarihi çok eskilere gider. Köy, masumiyet, erdem, yapmacıksız saf insanlar ·ıe mutlu doğal yaşam demekir. Kent ise para hırsı, ikiyüzlülük, yapaylık, ahlaksızlık demektir. Anadolu romanında durum değişiktir. Köy idealize edilmiş pastoral bir tabloyu akla getirmez, çünkü gerçekçi bir yaklaşımla canlandırılmıştır. Yoksulluğun, cehaletin, ilkel yaşam koşullarının hüküm sürdüğü, insanların sömürüldüğü bir yerleşim alanıdır. Kasaba da değişik bir anlam taşır, çünkü egemen sınıfın o bölgedeki güç merkezidir. Bundan ötürü, köylü açısından kasaba, karakol, dayak, işkence, hapishane demektir. Taşbaş, Memidik, Hatçe, Koca Halil, Kürt Ahmet, Kambur Tellal ve daha birçokları karakola ya da hapishaneye düşer, dayak yer, işkence görürler. Buna bağlı olarak, ezen/ezilen karşıtlığı kimi romanlarda şehirli/köylü karşıtlığı şeklinde belirir.
Sayfa 321 - İletişim Yayınları, 7. Baskı, 2001, İstanbulKitabı okuyor
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.