Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Aklı İmanda Yegâne Otorite Olarak Gören Anlayış
Ortaçağda Yeni-Platoncu görüşlerin etkisinde kalan Farabî, İbn Sina, İbn Rüşd gibi Meşşaî filozoflar, aklı metafizik alanda bir otorite olarak görmüşlerdir. Sözgelimi İbn Rüşd, Faslu’l-Mâkal isimli eserinde, dinin felsefeyi ve aklî düşünceyi farz kıldığını ileri sürer. Ona göre, dinin ortaya koyduğu hakikatler ile aklın kanıta (burhana) dayalı olarak ortaya koyduğu hakikatler birbirleriyle asla çelişmez. Zira ikisi de aynı kaynaktan, ALLÂH’tan gelmektedir. Fakat dinin zahiri ile aklın bildikleri arasında bir çatışma olursa İbn Rüşd, aklın esas alınmasını ve dinin zahirinin buna göre te’vil edilmesini önerir.
Aklı İmanda Yegâne Otorite Olarak Gören Anlayış
Anlayışın Eleştirisi: Aklı aşkın alanda otorite ve yeterli bilgi kaynağı olarak görmek bir takım dini ve felsefi problemleri beraberinde getirmektedir. Bunları şöyle sıralayabiliriz: Öncelikle, "Akıl aşkın alanda yeterli ise bu durumda, dinlere ve peygamberlere ne ihtiyaç var?" sorusu, ister istemez gündeme gelmektedir. Nitekim Zekeriyya er-Razi'nin, peygamberliğe gerek olmadığını, hatta peygamberlerin birbirlerini nakzeden kişiler olduğunu ileri sürdüğü söylenir. İkinci olarak, akıl ile aşkın olana ait konuların bilinebileceği iddiası günümüz felsefesi ve epistemolojisi açısından da temellendirilmesi hayli güç bir iddiadır. Özellikle Kant'ın Saf Aklın Eleştirisi'nde aklın, metafizik alanda 'bilgi' üretemeyeceği ve bu alanda fikir yürütmesi halinde antinomilerden kurtulamayacağı yönündeki görüşleri çağdaş felsefede son derecede etkili olmuştur. Bu nedenle Kant sonrası felsefede, metafiziksel felsefi sistemlere ve sistem filozoflarına kuşkuyla yaklaşılmıştır. Hal böyleyken aklın, Tanrı'nın insandan istediklerini, insanın ve âlemin amacını 'bilebileceği' gibi iddialarda bulunmak günümüzün felsefesi atmosferinde pek de savunulabilir gözükmemektedir. Üçüncü olarak, aklı metafizik alanda otorite gören anlayış, katı akılcı bir epistemolojiye dayanmaktadır ve katı akılcılığın felsefi açıdan içerdiği ve aşağıda değinilen tüm sorunlarla karşı karşıyadır. Son olarak, aklı esas alan tabiî din anlayışı, deizm denilen özel bir Tanrı -âlem anlayışına dayanır...
Reklam
Aklı İmanda Yegâne Otorite Olarak Gören Anlayış
Böyle bir yaklaşımın ilk örneklerini Antik Yunan'da Platon'un anlayışında ve daha sonra Plotinus ve Porphyry tarafından geliştirilen Yeni Plâtonculuk'ta görürüz. Plotinus'da akıl, dini-mistik bir tefekkür formunun kurucu unsurudur. Ona göre, iyi eğitilirse akıl, bütün varlık ve değerin kaynağı olan Bir'in bilgisine ve sevgisine ulaşabilecek güçtedir. Ortaçağda Yeni Platoncu görüşlerin etkisinde kalan FarabÎ, İbn Sina, İbn Rüşd gibi Meşşaî filozoflar, aklı metafizik alanda bir otorite olarak görmüşlerdir. Sözgelimi İbn Rüşd, Faslu'l-Mâkal isimli eserinde, dinin felsefeyi ve aklî düşünceyi farz kıldığını ileri sürer. Ona göre, dinin ortaya koyduğu hakikatler ile aklın kanıta (burhan) dayalı olarak ortaya koyduğu hakikatler birbirleriyle asla çelişmez. Zira ikisi de aynı kaynaktan, ALLÂH'tan gelmektedir. Fakat dinin zahiri ile aklın bildikleri arasında bir çatışma olursa İbn Rüşd, aklın esas alınmasını ve dinin zahirinin buna göre te'vil edilmesini önerir.
a) Aklı imanda yegâne otorite gören anlayış: Bu anlayışa göre iman; dine ihtiyaç duymaksızın aklın kendi başına ve kesin aklî delillere dayanarak ulaştığı düşüncelerin tasdikidir. b) İmanı akla aykırı gören anlayış: Buna göre iman; akla, bilime aykırı olan ve aleyhinde delil olan konuların dogmatik tasdikidir. c) Fideist Anlayış: Buna göre iman; aklın kendi başına kavrayıp, anlayıp, değerlendirip, temellendiremeyeceği akıl-üstü alana ait dini önermelerin herhangi bir delile, bilgiye dayanmadan teslimiyete dayalı olarak dogmatik tasdikidir. d) Katı Akılcı Anlayış: Buna göre iman; herkes için geçerli, kesin aklî delillere dayanan dini önermelerin tasdikidir. e) Ilımlı Akılcı Anlayış: Buna göre iman; haklarında kesin aklî deliller olmasa da makul delillere dayanan ve akılla uyum içinde olan dini önermelerin tasdikidir.