"İnsanlar arasındaki tek iletişim yolu akıldır ve objektif olarak algılanabilir bir realite insanların tek referansıdır; bunlar ahlâkta devre dışı bırakıldıklarında (yani geçersiz görüldüklerinde) insanların birbirleriyle anlaşmalarının tek yolu güç kullanımı olur."
Devlet hiçbir zaman bireysel eylemin değişiklik ve çeşitliliğini taklit edemez. Herhangi bir zaman diliminde konut yapımında, beslenmede ya da giyimde tek tip standartlar koyarak birçok bireyin yaşam düzeyini iyileştirebilir hiç kuşkusuz; okullaşmada, yol yapımında, sağlık ve temizlik hizmetlerinde yine tek tip standartlar koyan merkezi hükümet, birçok yerel alanın, hattâ ortalama olarak tüm toplulukların etkinlik düzeyini yükseltebilir. Ne var ki, uygulamada ilerlemenin yerini durgunluk almış, yarını bugünün üstüne çıkaracak deneyler için gerekli olan çeşitliliğin yerini ise tek tip sıradanlık almış olur.
“Özgürlüğün korunması, devletin gücünü sınırlamak ve yaygınlaştırmak için öne sürülen bir savunma nedenidir. Bunun yapıcı bir yönü de vardır. Mimaride ya da resim sanatında, bilimde ya da edebiyatta, sanayide ya da tarımda, uygarlığın büyük ilerleyişleri hiçbir zaman merkezi hükümetle olmamıştır. Christoph Colombe, gerçi mutlak hükümdar tarafından bir ölçüde mali balcımdan desteklenmiştir, ama Çin’e giden yem yolu aramaya bir parlamento çoğunluğunun direktifiyle çıkmamıştır. Newton ve Leibnitz; Einstein ve Bohr; Shakespeare, Milton ve Pasternak; Whitney, McCormick. Edison ve Ford; Jane Addams, Florence Nightingale ve Albert Schweitzer, edebiyatta, teknik imkânlarda ya da hastalıkların tedavisinde, beşeri bilgi ve anlayışında yeni ufuklar açarken hükümetin emriyle hareket etmemişlerdir. Başarıları bireysel dehanın ve azınlığın desteklediği, çeşitliliğe, değişikliğe izin veren bir toplumsal ortamın ürünüdür.“
Sanki bir ses, acıya gerek yok, diyordu. O halde neden acıların en büyüklerini çekenler, acının kaçınılmazlığını kabul etmeyenler oluyor? Sevgiyi ve neşenin sırrını elinde tutan bizler neden buna mahkûm ediliyoruz? Ve bizi mahkûm eden kim?