Yazarın aynı içerikli kitabını okuduğumdan dolayı, mükerrer okuma olmasın diye bu kitabı okumaktan vazgeçtim.
Evrende ve dünyamızda anlamsız hiçbir şey yoktur. Her varlığın bir anlamı ve yaradılış gayesi var. Tüm canlılardan en güzel ve en üstün yaratılan insanın anlamsız ve gayesiz olması düşünülemez.
Bütün canlılarda olduğu gibi her yaşayan insanın da ömrünün bir sonu var. Hz. Adem ve Hz. Havva'da beri dünyada yaşamış olan insanlara, bizden önce yaşayan tüm insanlara ne oldu? Nereye gittiler? Şu anda yaşayan milyarlarca insanın sadece bir elli yıl sonrasını düşünsek, nerede olacaklar? Nerede olacağız? Bir mezar taşında rastladığım,
“Eski imgelerin anısından bir türlü kurtulamaz insan, bu nedenle de bu anıyı anlamsız bir yük gibi taşır durur.”
.
“İnsan yaşamının esas gailesi, kendi tedavisidir, yani kendi eksikliklerini tamamlamak, çatışmalarını çözümlemek ve zedelenmişliklerinin ıstırabını azaltmaktır.”
| Dört Arketip
| Carl Gustav Jung
Arketip kavramı Jung’la literatüre
“Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg’u göremesen de bari küçük bir serçeyi gör. Kaf Dağı’na varamasan da evinden çıkıp kırlara açıl; böcekleri, kuşları, çiçekleri ve tepeleri seyret. Daha hayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy. Gülleri ve bülbülleri göremeyip gün boyu evinde oturan adam dünyanın kendisini hiç görebilir mi?”
Orj. Adı: Das Parfum
KOKU
Bi koku ne ifade eder?
Yada ne kadar anlamlı bulursun kokuyu? Farkında mısın hissettirdiği duyguların, verdirdigi kararların?
Abartıyor muyum?
Peki kaçımız,bir kokuyla birilerini,biryerleri,birseyleri hatırlıyoruz?
Anlamlı değilse,neden yıllar sonra yüzünü unuttuğumuz o kişi,bir kokuyla karşımızda dikiliveriyor.
#araştırmainceleme kitapları gerçekten de kolay bir okuma değildir. Bazen ince bir kitabı bile uzun sürede bitirebilirsiniz. Bu kitap kalın ve Ramazan'a denk geldiği için de aç karına çekilmediğinden okumam 40 gün sürdü. Kitap 2017 basım ve sanırım artık aktif olmayan bir yayınevine ait. Bu üzücü çünkü içeriği incelerken çok titiz
Söyleyeceğin sözlerin anlamsız kalacağını hissettiğin ve fark ettiğin an daha çok susmaya başlarsın,daha çok uzaklaşmaya başlarsın,kendinle daha çok çatışmaya başlarsın “çıkmak istedin al işte çıktın da ne oldu peki, ne değişti”çıkmaya çalışan düşüncelerine ithafen söylersin böyle sitem dolu cümleleri sonra onları da anlamaya başlarsın bazen zorlayarak anlam çıkarmaya çalışırsın gerekli gereksiz her bir şeyden.Anlamı bulduğundaysa bu kadar çabuk değersizleşmesine hayret edersin.Ama yine de vazgeçmezsin aramaktan ve yine dönersin sitem dolu cümlelerine,bu döngünün sonu var mıdır bilmiyorum ama her döngünün sonunda asla aynı kalmadığını biliyorum.
Kronik olarak mutsuz, dirimi hiç kalmamış bir adamın romanı İnsanlığımı Yitirirken. Topluma yabancılaşan ve roller icabı maskeler takınmayı tercih eden bir karamsarın romanı. Neden yaşıyoruz, yaşamanın ne manası var, iyilik, kötülük nedir gibi derin sorular sorup sonra cevaplarının peşine düşmektense, kendi yaşamını canlandırmaktan ziyade ölmeyi, uyuşmayı seçen bir adamın romanı. Dönüp çocukluğuna baktığımızda, orada görülmek, sevilmek isteyen çocuğu hemen görüyoruz, istismar edilen, ihmal edilen, yalnız bırakılan çocuğu. Çocukluk mühim, hepimiz biliyoruz, tamam. Ama yetişkin olan çocuğun da kendi çocukluğuna karşı bir sorumluluğu var gibi geliyor bana. Geçmiş travmaların içine saplanıp hep alacaklı gibi beklemenin ya da saplandığın yerde debelenip durmanın ötesine geçmeye de yetişkinin gönlü olmalı biraz. Orada sanırım en mühim şey; o isteği duyabilmekte. Yaşama gücü olmayınca insanın her şey inanılmaz anlamsız geliyor. Belki de yaşamın biricik anlamı ya da en birinci amacımız onu canlı tutmaktır.
İçim sıkılıyor, hiç bunları düşünecek havamda değilim. Müzik falan açmalı, yürüyüşe çıkmalı, iki dost görmeli, kuşlar, bulutlar, deniz… İnsan gözünü doğadan, elini insanlardan çekmemeli. Yalnızlık Allah’a mahsus
Sanki var oluşumuz, yaşamımız birtakım anlamsız, saçma sapan rastlantılara bağlı değil de daha derin ve kavrayamadığımız bir anlamı varmış gibi duyumsarız ve itiraf etmesek bile herkesin hoşuna gider.
UZAYLI KOCAKARI
(Ursula K. Le Guin - 1976)
Menapoz, akla gelebilecek en cazibesiz konu herhalde; bu da ilginç, çünkü menopoz hâlâ bir tür tabu kırıntısına sahip olan pek az konudan biri. Menopozdan ciddi bir biçimde söz etmek, genellikle huzursuz bir sessizlikle karşılanır; alaycı bir atıf ise rahatlamış kıkırdamalarla. Sessizlik ve kıkırdama;
Kitaba başlamadan önce bir durun. Cioran ve felsefesi hakkında kısa bir araştırma yapın. Eğer hala 'evet, gerçekten hazırım' diyebiliyorsanız başlayın derim.
Kısa sürede okunabilecek, kolay hazmedilebilecek bir eser değil. Her sayfa, her cümle üzerinde durup bazen dakikalarca düşünmeyi gerektiriyor.
Cioran mutsuzluğu seçmiş ve kanıksamış bir adam. Nietzsche gibi kendine bir çıkış kapısı da bulmamış. Ona göre bu hayata geliş sebebimiz bile mutlaka bir yerlerde bir günah işlemiş olmamız. Hiçbir şeyin anlamı yok. İnt*har etmemiz bile anlamsız. Çünkü hepimiz "palavracı iblisler olduğumuzdan sonumuzu erteliyoruz." Bu sebeple "aşağılık birer kürek mahkumuyuz ya da evrenin leşi üzerinde sürünen bir solucanız."
Satırlarca altını çizdiğim sayfa var kitapta. Okurken gözleriniz bazen okuduğunuzun şiddetinden yuvalarından çıkacakmış gibi oluyor. Yazara kızıyor hatta 'hadi canım, o kadar da değil, zavallı, ne yaşadı ki acaba' tarzında monologlarda buluyorsunuz kendinizi.
Korku filmi sahnelerini aratmayan satırlar bir yandan şok edici, dehşete düşürücü iken diğer yandan ilginç bir şekilde haz da veriyor. Yani ben öyle hissettim. Kitabın sonlarına doğru yazara hak verdiğim yerler bile oldu. En ilginç bulduğum yerlerden biri Duanın Küstahlığı bölümünde Tanrıya dua etmeme gücü için yalvarırken aslında yine dua ediyor oluşu paradoksluğuydu.
Pek çok farklı konuya ayrı metinlerde değindiği için durup dinlenip gücünüzü toplayıp okumaya devam edebilirsiniz.
Okuyacak okurlara kolaylıklar dilerim.
Çürümenin KitabıEmil Michel Cioran · Metis Yayınları · 202110.3k okunma
Konuşmanın en korkunç yanı sözcükler değildi elbette, ardında yatanlardı, bütün her şeyin anlamsız olmasıydı, senin sürekli sessizce şunu belli etmendi: "Ben gelmek istemiyorum, bu durumda gelsem ne yararı var?" Fakat bu 40 dakikayı bana ne zaman ayıracağını bir türlü öğrenemedim. Sen de bilmiyordun, ne kadar zoraki kafa yoruyor gibi görünsen de karar veremedin. Sonunda şunu sordum: "Yoksa bütün gün mü beklemeliyim?" "Evet," diye yanıtladın ve hemen orada seni beklemekte olan bir grup insana doğru döndün. Yanıtının anlamı açıktı, zaten hiç gelmeyecektin, bana bahşettiğin tek şey seni bekleme izniydi.
Öncelikle kitap, neva bulvarı, burun, portre, palto, bir delinin anı defteri ve fayton adlı altı eserden oluşmaktadır.
Neva bulvarı adlı bölümün genelinde yüksek sosyete mensuplarının tabiriyle hiyerarşinin kol gezdiği alt-üst sınıflarının yoğun olarak hissedildiği, günümüz ölçütünde bağdat caddesi, Şanzelize caddesi olsun, tamamıyla lükse karşı
Stoacılar ölüm sonrası bir yaşama inanmadığı için ölümün de bir anlamı yoktur. Epiktetos insanların ölümden sadece artık var olmayacaklarını bildikleri için korktuklarını söyler ve bunu anlamsız bulur.