Kanaat, ne yazık ki bugün yoksulluğa eğilim faktörü olmuştur. Az istemeğe, alt çekmeğe, ölmeyecek kadar yemeğe, geri kalanın tümünü büyük ve kabarık iştiha sahiplerine, yeryüzünü içindekilerle birlikte yuttuğu halde doymayıp hâlâ yiyecek birşeyler arayanlara bırakmaya bir çağrıdır. Böyle bir anlayış ve felsefeye çağrıdır kanaat!.. Kanaat, uğursuz bir zillet felsefesine dönüştürülmüştür. Köleleşme eğitimi, alçaklık öğretisi ve "başkaları yesin, sen kanaatkar ol!" dininin ahlâkî temeli ve "su kaynağı" biçimini almış.
Dua, insanî değer ve soylulukları inkâr ile zillet ve aczin etkeni ve ifadesi değildir. Dua, muhal olanı, mantıksız olanı elde etme aracı değildir. Dua, görev’in yerine asla ikame edilmemiştir. Birey ve toplumun sorumluluklarım inkâr etmek de değildir. Dua, herkesin birey olarak kendisine, toplum ve halkına karşı sorumluluk ve yükümlülüklerinden kaçıp sığındığı bir sığınak da değildir. Dua; ihanet, zillet, pislik ve çirkinlik lekelerini silici bir nesne de değildir. Dua, tardedilmiş adî bir hileciye, mantıksız yasasız ödül verme ve onu kurtarma yolu da değil!
Reklam
Gerçek İslâm'da ahiret cenneti, dünya cehennemi’ni karşılayan boş bir ümid değildir. Aslında İslâm'ın insanı ölümden sonraki hayat, öte yandaki refah, mutluluk ve tatmini düşünmeğe çağırması, “Bu dünyayı düşünmeyelim, ölüm öncesi yaşamı önemsemeyelim, dünyadaki viranelik, yaşamdaki zillet ve yoksulluğa salt ahiretteki mamur ve mutlu yaşamı elde etmek için katlanalım” anlamında değildir. İslâm, bu yaklaşımda ya da avamca anlayışta olduğu gibi, maişetmead, madde ile mana ve dünya ile ahireti birbirinden ayrı ve çelişik bir ikilem olarak kabul etmez. İslâm ilke olarak, dünyayı, ahiret mutluluğunun kazanılacağı, iş-üretim-yapıcılık-amel-maddî-manevî değerlerin elde edileceği yer olarak tanımlar, belirler ve kabul eder. Dünya, ilâhî değerleri kazanma ve cennete layık şeyleri elde etme yeridir. Yani dünya asildir; ölümden önceki yaşam asildir ve ahiret dünyadan sonra gelen bir hayat yurdudur. Bu şu anlamdadır: Ahiretteki hayat ile ilâhî kurtuluş, mutluluk ve insanın ruhî kaderi bu dünyadaki yaşantı ve kaderinin sonucudur, nedensel sonucu... “Dünya ahiretin tarlasıdır” ilkesi, İslâm'ın dünya görüşündeki dünya-ahiret ilişkisini gösteren bir ilkedir. Ahiret, dünyanın doğal ve mantıksal bir sonucudur. Mevcut dinî görüş ile, bu dinî görüşün eleştiricisi görüşün tam aksine, dünyadaki iş, yaşam ve pratikle ahiret ürünü elde edilir. Yoksa bu mevcut iki zıt kutbun düşündüğü gibi, ahiret ürünü dünya tarlasını harap etmekle elde edilecek değildir.
Zillet içinde yaşıyorlar. Birbirlerine karşı kinci, tutucu, fanatik ve bıkkın; düşmana karşı iyi huylu, yumuşak başlı, uyumlu bir durumdalar. Öyleyse din adına sahip olup, İslam adına amel ettikleri şey, ne dindir ne de İslâm! Hatta dinin kesin farzları olan namaz, oruç ve hacları bile ne namaz, ne oruç ve ne de hacdır. Eğer bunlar bu ameller olsaydı etkisinin olması gerekirdi.
Ali şöyle buyurur: “ Benim düzenimde hiç kimse karıncanın kazandığını ağzından alamaz. Benim düzenimde her insan diğerine eşittir. Eğer; müslümansa imanında, eğer Müslüman değilse insanlığında! Her insan malik katında kardeştir!”
Öyle bir dinin izindeyim ki, yoksulluğu ve sınıf çatışmasını kaldırır. Öyle bir dine inanıyorum ki insanlara bu dünyada kurtuluş ve özgürlük bağışlar. Öyle bir sorumluluğu yüklenmişim ki, bu sorumluluk, hemen herkese bu dünyada dirlik ve olgunluk kazandırır. Öyle bir akıdeye inanıyorum ki, adalet terazisini ölümden önce çağdaş toplumda ikame eder. Müslüman oluşum bundandır işte.
Reklam
1.000 öğeden 981 ile 990 arasındakiler gösteriliyor.