Bir başkasının onu nasıl sevebildiğini, sevmeye nasıl hakkı olduğunu bazen anlamıyorum, çünkü onu yalnızca ben o kadar yürekten ve o kadar fazla seviyorum ki, ondan başka ne bir şey tanıyor, ne bir şey biliyorum; ondan başka da bir şeyim yok zaten!
Çok tuhaf, insanlar büyük bir mutsuzluk yaşayanlara mutluluktan bahsedemiyor.
Anlamıyorum. Aslında tam da büyük bir mutsuzluk halinde mutluluk dileklerine ihtiyaç vardır, halihazırda mutlu olanların ihtiyacı yoktur. Mutsuz olduğunuzda, sanki herkes öyle kalmamızı diliyor. Sonsuza kadar.
Endişe verici gerçeklerin bastırılması doğal olarak algı bozuk luğuyla bağlantılıdır. Hiçbir şekilde gerçeğe güvenemeyip gerçeğe dair kendi tasarımım dikkate alan birinin hayatta kalabilmesi için yönlendirilmeye gereksinimi vardır. Algı bozukluğuyla birlikte bir yönelim bozukluğu da görülür. Bu da algı bozukluğu çeken kişi nin kendisini onlara göre yönlendireceği cümleler kurmasına yol açar. Algı, yönelim cümlesiyle uyuşmazsa ya algının ya da yönelim cümlesinin üstü çizilir. Yönelim cümlesinin üstü neredeyse hiçbir zaman çizilmez çünkü algılarına güvenemeyen birinin güvenebileceği tek şeydir o.
Sevmeye hazır kişi, kaçınılmaz biçimde, acı çekmeye de ha zırlıklı olmalıdır çünkü varoluşun çelişkileri içinde acı çekmeden sevmek hemen hemen olanaksızdır. Bu yüzden sevmek büyük cesaret, cesaretlerin en büyüğünü, ister.
Arı bir genç kızın aşkını kazanmak, ona aşkın garip gizemini ilk gösteren insan olmak, büyük bir mutluluktur elbet, ama dünyanın en basit şeyidir. Saldırılara alışmamış bir yüreği fethetmek, savunmasız, açık bir kente girmektir. Görgü,
görev duygusu, aile çok güçlü bekçilerd.ir, ama sevdiği adamın ağzından doğanın ilk aşk öğütlerini, arı oldukları kadar da ateşli olan ilk aşk öğütlerini verdiği on altı yaşında bir kızın aldatamayacağı kadar uyanık bekçi yoktur.
Genç kız iyiye ne kadar çok inanırsa, o kadar kolay bırakır kendini, sevgiliye bırakmasa bile aşka bırakır, öyle ya, sakınımsız olduğu için güçsüzdür de, ona kendini sevdirtmek de yirmi beş yaşına gelmiş her erkeğin istediği zaman erişebileceği bir utkudur. Bunun ne kadar doğru olduğunu görmek için, genç kızların çevresindeki denetimlere, setlere bakmak yeter. Bütün bu sevimli kuşları üzerine çiçekler atma çabasına bile girilmeyen kafeslerinde kapalı tutmak için okulların yeterince yüksek duvarları, annelerin yeterince sağlam kilitleri, dinin de yeterince sürekli görevleri yoktur. Kendilerinden gizlenen dünyayı nasıl arzularlar, çekici olduğuna nasıl inanırlar, demir çubuklar arasından gelip kendilerine gizler anlatan ilk sesi nasıl dinlerler, gizemli perdenin bir ucunu ilk kez kaldıran eli nasıl kutsarlar!
İsa insanların tutkularıyla yaralanmış bu ruhlara aşkla eğilirdi, yaralarını kolayca iyi edecek merhemle sarmaktan hoşlanırdı. Böylece, Magdalalı Meryem: "Çok şey geçecek eline, çünkü çok sevdin," diyordu, yüce bir inanç uyandıracak yüce bağışlamaydı işte bu. Neden İsa'dan daha sert olacakmışız? Daha güçlü sanılsın diye daha çok sertleşen bu dünyanın kanılarına inatla sarılarak biz de onunla birlikte içlerinden bir hastanın kötü kanı gibi geçmişlerinin kötülüğü boşalan, sarılmak ve gönül iyileşmesine kavuşmak için dost bir elden başka bir şey beklemeyen yaralarla kanayan ruhları neden tepelim?