"Sanki etrafında böyle bir rüzgar varken çiçek olduğu yerde kalabilirdi. Esmişti bir kere artık rüzgar ve çiçek rüzgara aşıktı. Hüküm de karar da çiçeği aşmıştı."
"Kalbimdeki ve beynimdeki bütün Zeynepler AŞIRI FAZLA SEVİMLİLİK YÜKLEMESİ diye bağırarak alarm verirken her biri zihnimin içinde deli gibi bir o yana bir bu yana koştururken ve kalp atışlarım delirmişcesine hızlanırken bu manzaraya üç saniyeden fazla bakmam benim çılgın kişiliğimin bir göstergesiydi. Peki, Ayaz'ın yaptıkları neydi? Cevap veriyorum, insafsızlık."
"Biliyorum herkes tektir,
Hayat gibi bazen o rengareng-i ayaz," diye söze girdi Efe.
"Önce yağmur sonra güneş,
Sanra da bize gökkuşakları."
Salon sessizleşmişti. Herkes şarkıya öyle odaklanmıştı ki alanda ve belki de şehrin gökyüzünde yankılanan tek ses Efe'nin ve notaların sesiydi.
"Saydım ben,
Kaç günün o batımı bana yara gelir,
Ay gibi geceye ben sana deli,
Her şeyi silemedim.
Üstü tek renkten bi' gökkuşağı gibi,
Bi' anda gülmemiş,
Biraz benim gibi."
Bu sırada bana dönüp baktığında yüzünde buruk bir gülümseme belirdi.
"Dışarda tüm bütün evren,
Gerekse biraz direnmen,
İçinde gökyüzü var, bense yarından beter."
Ve o an benim ve herkesin beklediği kelimeler döküldü Efe'nin dudaklarından.
"Sen bırak tutunmayı,
Dünya bizi sarmalar,
Deyim yerinde
En içinde, rengarenk acılar."
Mezopotamya’da Seni Yaşamak...
Anlatamadım seni Fırat’a,
o da sen gibi akar yüreğime derinden derine...
Haykıramadım Cudi’ye seni,
o da sen gibi çatar kaşlarını sevdama...
Sığdıramadım sevdanı Mezopotamya’ya,
o da sen gibi isyanlarda ansızın...
Durduramadım zamanı,
o da sen gibi çeker gider saçlarıma yıldız bırakarak...
Söyletemedim Zin’e seni,
o
I
önce kol sonra sürgü sonra anahtar açılır kapı
itilirim sırtımdan ben ebedi kiracı kesilmiş hükmüm
önce sürgü sonra kol sonra anahtar kapanır kapı
bir ömür boyu diri diri içmek için gövdemi
dolanır bacaklarıma balçık gibi ağır bir karanlık
çırpınsam küçücük pencerede çifte çapraz parmaklık
üstünde yüzüme örtülür binlerce kare