Lenin geçmişte işlenmiş suçların intikamını almak için bir simge oldu. Insanoğlunun yaşadığı bütün acı ve sefaletin günahını ödemek adına bütün dünyanın gözleri önünde yakılmış bir mum olan ulu Rusya'nın ölümsüz suretinin önünde yerini aldı.
Durumlarımızın farklı olduğunu anlıyorsun değil mi? Bulutların üstünde uçasın diye sana kanatlar bahşedilmiş. Oysa bana bir kadın olarak, toprağa yakın durmak ve yavrum tehlikeden korumak için verilmiş kanatlar. Senin gibi uçamam.
Çocukların hiçbir şeyden çekinceleri yok, gerçeklerden korkmuyorlar. Biz yetişkinlerse korkudan elimizdeki en değerli şeylerimizi kötülüyor, benimsemediğimiz şeyleri övüyor, anlamadıklarımızı kabulleniyoruz.
Sonbahar sonlarında bir gün, atölyede "Simgecilik ve Ölümsüzlük" başlıklı konuşmamı okudum. Topluluğun bir kısmı aşağıda oturmuştu, bir kısmı yukarıdan, asma katın zeminine uzanmış ve kenarlarından kafalarını uzatmış bir halde dinliyorlardı.
Konuşma algılarımızın öznel olduğu, duyduğumuz seslerin ve doğadaki renklerin ses ve ışık dalgalarının nesnel titreşimin- den başka bir şey olmadığı fikrine dayanıyordu. Konuşmada bu öznelliğin tek bir insana has özellik olmadığı, kişisel olmayan, türsel bir nitelik olduğu, bunun insan dünyasının, insan türünün öznelliği olduğu fikri savunuluyordu.
Konuşmada ölen her kişilikten geriye, kişinin yaşarken topladığı ve insanlığın varolma tarihine kattığı bu ölmeyen, türsel bir öznellik payının kaldığını öne sürüyordum. Konuşmanın başlıca hedefi, ruhun bu aşırı öznel ve evrensel köşesinin ya da parçasının sanatın belki de ezeli hareket alanı ve başlıca içeriği olduğu varsayımını ortaya koymaktı.
Her zaman haklı olan, hiç yanılmayan, kendilerinde hata payı bırakmayan insanları sevmiyorum. Onların dürüstlükleri yapay ve değersiniz geliyor bana. Bu insanların yaşamın güzelliğini bütünsel olarak yaşamadıklarını düşünüyorum.
.