Viran Şehirden Cihan Şehrine......2
Bizans’ın Konstantinopolis’ini, Osmanlı İstanbul’u yapan şehrin fatihi Sultan İkinci Mehmed, yıllardır hayalini kurduğu övülmüş beldeyi o kadar harap bulur ki dudaklarından şu beyit dökülüverir:
“Perdedâri mîküned der kasr-ı Kayser ankebût / Bûm nevbet mîzened ber kubbe-i Efrâsiyâb” (Kayser’in kasrında örümcek perdedarlık ediyor, Efrasiyab’ın kubbesinde de baykuş nevbet çalıyor.)
Devrin tarihçilerinin de desteklediği, şehrin bu hâl-i pürmelâlinin sebebi, 1204’te haçlıların İstanbul’u işgali idi. Haçlılar burada, 1261’e kadar Latin İmparatorluğu adıyla 57 yıl sürecek bir hâkimiyet kurdular. Bu süre zarfındaki yağma ve tahribat yüzünden şehir çok zarar gördü. Fetih öncesinde büyük ve köhne bir köyü andıran İstanbul, Osmanlılar ile tarihinin altın çağlarına doğru bir yolculuğa çıktı.
Fatih Sultan Mehmed, fethettiği şehri bir taraftan imar ederken diğer taraftan iskân faaliyetlerini başlatmış; İstanbul’un ilim, irfan ve sanat merkezi olmasına gayret göstermişti. Çünkü sultan, şunu çok iyi biliyordu: Bir yeri sadece süslü yapılar, ihtişamlı binalarla güzelleştiremezsiniz. Şehre ruh katan, aynı zamanda medeniyeti inşa eden, o şehirde yaşayanlardır.
Sağlam temeller üzerine oturtulan Osmanlı İstanbul’unu daha da güzelleştirmek için âdeta hayır yarışına girildi. Saltanatları boyunca başta padişahlar olmak üzere valide sultanlar, paşalar ve vakıf kurumları eliyle dünyanın kendine hayran olduğu bir şehir inşa edildi. Ve bu hâl, Devlet-i Aliyye’nin son devrine kadar devam etti....Devam ediyor