Bir minyatürün sessizliğini düşünüyorum. Renklerin deli gömleği giymiş sakinliğini, sûretlerin uyuşukluğunu, boyutların kaosunu, derinliğin kaybolup insanın içine usulca yerleşmesini... Ve hakikat, bir minyatürü ancak kitapların sahifelerinde buluyor oluşumuzu... Neden kitaptan çıkıp da bir duvara sıçrayamaz bir minyatür? Bir hat levhası gibi neden arz edemez varoluş sebebini gündelik dünyamıza? Neden hep bir metinin ya da şiirin bitişiğindedir? Neden, hep "neden" ile başlayan bir soru cümlesinin öznesidir?
Gölgesiz renkler, gölgesiz sesler, gölgesiz şekiller... Gölgeden kurtulmanın bir imkanı mıdır minyatür? Ama hep harflerin gölgesinde bulur yerini bu sahipsiz görüntüler sahifelerin âleminde. Âh evet, gölge yoksa zaman yok! Ateş var yakmıyor, nehir var boğmuyor. Eller dokunmuyor, gözler bakmıyor. Bir işaret dili bu, fotoğraf değil, resim değil. Tecelli ile teselli arasında bırakıyor insanın yüreğini.