Ali Sirmen anlatıyor:
Melih Cevdet Anday, Paris’te öğrenci ataşesiydi. Aslında kültür ataşesi ama, öğrenci işleri kontenjanından gitmişti. Bir gün Paris’te ufak bir kafeye oturmuş, yazı yazıyordu. Masaları küçüktür o kafelerin. Her zaman gittiği yer, her zamanki garson gelip, “Mösyö ne içersiniz?” diye sordu. Melih Cevdet, bir kahve ve su istedi. Onun hep içki içmesine alışık garson, şaşırdı, ama ses etmedi. Getirip koydu kahveyi, suyu masaya.
Melih Cevdet’in yazdıkça çoğalan kâğıt destesi, küçük masada yürüyüp sürahiyi devirdi. Sürahi düşüp kırıldı.
Garson koşup temizlemeye koyulurken, Melih Bey “Parasını ödeyeyim” dedi. Garson, “Olmaz Mösyö, siz müşterimizsiniz, ama görüyorsunuz, su size hiç yaramıyor!” demesin mi?
Melih Cevdet Bey, eşsiz, ince bir mizaha sahipti. 1980 ilkbaharında Paris’te buluştuk. Yer, Boulevard St. Michel üzerindeki Cafe Le Lutece.
Lutece, Paris’e Seine Nehri üzerindeki adalarda ilk kurulduğu zaman verilen isimdir. Julius Sezar, ordularıyla Paris’e girdiğinde kentin adı Lutece ya daLutetia’ydı. Kahvenin adı da oradan geliyordu. Melih Cevdet Bey’in Ölümsüzler adlı tiyatro oyunu da orada geçer.
Oyunda ölümsüz Julius Sezar, günümüz Paris’inde, o kahvede Roma uzmanı bir tarihçiyle buluşur. Randevuya biraz geç gelen tarihçi, henüz kim olduğunubilmediği Sezar’a, “Geleli çok oldu mu?” diye sorar. Sezar, “İlk ben geldim” der.
Ben de Melih Bey ile randevuma birkaç dakika gecikmiştim. Lutece’ten içeri girince, “Geleli çok oldu mu?” diye sordum, gülerek. Melih Cevdet, “İlk bengeldim” dedi.
Bir an için biz de ölümsüzleşmiştik sanki…
Mine G. Kırıkkanat