Adını duymadığım yazarlar okuyorum ve daha çok islami kimliği ön planda olan yazarlara dikkat ediyorum bu aralar. Abdullah Harmancı ve Hüseyin Su beni şaşırtan, özellikle Hüseyin Su bende çok iyi izlenimler bırakan yazarlar oldular. Fatma Akdağ'ın ismine de öykü kitapları arasında yorumlar, incelemeler, öneriler arasında sitelerde dolaşırken rastladım. Öncelikle güzel kapağı, güzel ismi beni çekti. Kapaklar önemli benim için. Aynı kitabı farklı kapaklarını beğenirsem tekrar alabiliyorum. Veya Tutunamayanlar gibi bir kitabı sadece kapağı yüzünden okumuyorum. Reşat Nuri kitaplarının felaket derecede kötü kapakları sebebiyle sıkıntı duyarak okuyorum.
Uslu Yara, arka kapakta yazdığı gibi evet bir dil mimarisi kuruyor, doğru, ancak bu mimari beni yordu. Benim gördüğüm, babasıyla annesiyle hesaplaşamayan bir ses. Bu ses bütün öykülerde başka şeyler anlatıyor olsa bile aynı tarzda anlatıyor ve anlatanlar başka kişiler olsa bile aslında aynı kişinin sesleri bunlar. Üslubun yoruculuğunun en önemli sebebi zaten açık etmeye, ortaya koymaya değil de örterek ima etmeye çalışan bir dilin her öyküde araya virgüller atarak sürdürdüğü anlatma biçimi. Böylece belirsizliğin içinde tekrarlar öyküleri yorucu bir hale de getiriyor. Yazarın kendi tarzı olan bir dil yaratabildiğini düşünüyorum ama bunu kitaba gereğinden fazla öykü ekleyerek yorucu bir şekilde kullandığını söylemem lâzım.
Söylediklerimden çok olumsuz bir sonuç çıkmamalı, Fatma Akdağ'ın huzursuz, rahat edemeyen, geçmişe ve hesaplaşmalara dönük sesi ilgiyi hak ediyor bence.