Bana göre hızla giden bir araba, sen giden bir otobüste otururken, sana göre ne yapıyordur? Benim falanca frekansta duyduğum sesi ya da gördüğüm ışığı, sen hangi frekansta duyar ya da görürsün? Duyar ya da görür müsün? Bunları, yani senin olayları nasıl gördüğünü/duyduğunu, sana sormadan bilebilir miyim? Sen ve ben bir arabanın, kuşun, merminin... hareketini, ışığın ya da sesin davranışını aynı şekilde mi anlarız? Görelilik kuramı, bu soruların cevaplarını araştıran bir düşünce disiplinidir. Ancak, bu soruları yalnızca fizik (dolayısıyla doğabilimleri) açısından ele alır, felsefi yönleriyle ilgilenmez.
Göreliliğin Türkiye’de yazılı olarak benim bildiğim en erken bahsedilişi, 1919’da Mehmed Âkif’in Safahat’ının altıncı kısmı olan “Asım”ın sonundadır. Âkif 1916 yılında Berlin’e gitmişti, orada duymuş olabilir: Yarının ilmi nedir, halbuki? Gayet müdhiş: “Maddenin kudret-i zerriyesi” uğraştığı iş. O yaman kudrete hakim olabilsem diyerek, Sarf edip durmada birçok kafa binlerce emek. Onu bir buldu mu, artık bu zemin: başka zemin. Çünkü bir damla kömürden edecekler te’min Öyle milyonla değil, nâ-mütenâhi kudret! [kudret-i zerriye: zerrelerin (atomun ya da kütlenin) enerjisi (aslında “kudret” enerji demek değildir ama, o kadar kusura bakmayacağız); nâ-mütenâhi: sonsuz]”
Reklam
Bilimsel bilgi üretmede amaç, doğayı, evreni tanımak, onun işleyiş kurallarını anlamaktır; çoğu zaman bilimcinin dürtüsü, sadece meraktır. Sonuçta bu evrende yaşadığımıza göre, onu daha iyi anlamak mutlaka eninde sonunda bir işe yarayacaktır, ama bilimci bu yararın (ya da kullanımın) ne olabileceğini çoğu zaman kestiremez. Maxwell bilgisayarı öngörebilir miydi?.. İşte bu yüzden bilimsel bilgiden fayda talep etmek yersiz ve gereksizdir. Çünkü zaten doğa ile ilgili faydasız bilgi diye bir şey yoktur. Uygulamadan en uzak olduğu düşünülen matematik dalı olan -ki matematik bilimden çok bir dil sayılabilir- sayı kuramının bile bugün kriptoloji, yani şifreleme alanında uygulamaları var… Faydalı-faydasız bilgi ayrımı yapmaya çalışmak, bilimin gelişimini kösteklemekten başka bir işe yaramaz.
Yani herkes diyebilir ki, “Vaktim olsa, yeterince çaba göstersem, bir de anlatan olsa, ben de Güneş’in nasıl ışık verdiğini ya da bir pilin nasıl çalıştığını ya da deterjanların nasıl üretildiğini ya da kara delikleri anlayabilirim.” Yani biz bilimciler, bir anlamda insanlığın dünyayı/evreni anlamadaki vekilleri oluyoruz.
Şu koskoca evrenin karşısında ne kadar küçük, ne kadar önemsiz olduğumuz... Ama bir taraftan, biraz da olsa gururlanıyorum insanlık adına: O küçücük toz zerresinin üzerinde yaşayan bizler, bu küçüklüğümüze, önemsizliğimize karşın, temel bir seviyede de olsa, bu koskoca evreni anlayabiliyoruz… Bence bu da çok güzel bir duygu…
212 syf.
6/10 puan verdi
İçerisinde gayet güzel bilgiler vardı, ama en azından görelilik kuramıyla ilgili bir makale okumuş olmanız lazım ve sözelciyseniz bazı yerlerde ağzınız açık kalakalırsınız. Altını çizmediğim sayfa yok gibi, iyi güzel, ama çok sinir olduğum bir konu var: Örnek olarak gösterilecek şekiller, fotoğraflar, grafikler vb. ilgili sayfadan, 5-6 sf önceye konulmuş, geri dönüp bul, sonra onu da incele, aklın dağılıyor tabi. Bu sorun e-kitap olarak okuduğum için mi oldu, anlamadım ama hiç hoş değil.
50 Soruda Görelilik Kuramları
50 Soruda Görelilik Kuramlarıİbrahim Semiz · Bilim ve Gelecek · 201457 okunma
Reklam
60 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.