Sandığı şu Taksim alanındaki boyacılar arasında ünlü olduğu kadar İstanbulda da ünlüydü. Bakırköylü Mestan Ustanın ölmeden az önce bitirdiği sandıktı. Ve hem de Mestan Usta, özene bezene, Mestan Ustanın okuryazarlığı yoktu, ölünceye kadar imzasını hiçbir kağıt üstüne atmamış, hep parmak basmıştı, bu sandığın üstüne imzasını mavi bir sedefi işleyerek kakmıştı. Ìmza Çin yazısına, hiyeroglife, çiviyazısına, uçan bir kuşa, ama en çok da Mestan Ustanın kendisine benziyordu. Mahmut, yemin içip ant veriyordu ki, bu yazı Mestan Ustanın tıpkısıydı, suretiydi ki Foto Sabahta çekilmiş. Hiç yazı, hiç böylesine karmaşık bir şey insana benzer mi, ne yapsın, benziyordu işte.
İlkbahar yağmurları vuruyordu başımı yasladığım otobüsün camına. Yağmur damlası temas ettiği nokta üzerinden iz bırakıp süzülerek yok oluyordu. Üzerinden kar beyazını atan toprağı yemyeşil çayırlar süslüyordu. Murat Çobanoğlu'nun "dağlar yeşillenmiş, yayla zamanı" dediği gibiydi doğanın tasviri. Kulaklık takmış, otobüsün zor bela
O zamanlar insanlar, daha iyiydiler denemez, kim bilir, ama daha başkaydılar. Belki de kuşları daha çok seviyordular. Belki de yürekleri yufka, daha acımayla, daha sevgiyle doluydular. Belki de doğaya daha yakındılar, kim bilir…
...O zamanlar insanlar, daha iyiydiler denemez, kim bilir, ama daha başkaydılar. Belki de kuşları daha çok seviyordular. Belki de yürekleri yufka, daha acımayla, daha sevgiyle doluydular. Belki de doğaya daha yakındılar, kim bilir..