Aslında kimse kendine itiraf edemese de aşk insanı çok değiştiriyor. Onu görme düşüncesi bile insanın midesine bir ağrı girmesine yol açıyor, ne zaman ona dokunsa, asla ısınmayan elleri bile sımsıcak oluyor, onu görünce kalbi tir tir titreyen bir serçeye dönüşüyor... Daha tarif bile edilemeyen bir sürü duygu... Yani aşk köpeklik değil, seni bulunduğun yerden tamamen farklı bir dünyanın kapılarını açan anahtarı sana veriyor ve bu hissi doyasıya yaşaman için bir şans sunuyor. Herkes bu duyguyu yaşamalı. Hayatın gerçekten yaşamaya değer olduğunu bilmesi için buna ihtiyacı var.
Aşk, kimi zaman kanlı bir cinayet için kâfi delil oluyor, kimi zaman bir mucize, kimi zaman çözümsüz bir problem, kimi zaman bir ütopya, çoğu zaman da köpeklik. Aşkı anlatırken gerçeklerden yola çıkıyor yazarımız. Abartısız, basit, yalın ama insanı sarsan gerçeklerden. Aşkın büyüleyici güzelliğinin yanında insan benliğini yok sayan çirkinliğini de dile getiriyor. İnsanı rüyalara sürükleyen heyecanı kadar, ruhumuzu karanlık labirentlerde koşturan kör coşkusunu da gözler önüne seriyor. Aşkın ne olduğunu tarife kalkmıyor yazarımız, ama bu duyguyu okurla tartışıyor.