hiçbir şey istemiyordu: ne babasını görmek, ne piyano çalmak, ne samim'le konuşmak, ne paris, ne istanbul, ne aşk, ne flört, ne tuvalet, ne sinema, ne dans.. yalnız, evet, hafif bir müzik, bir valse de chopin, sade piyanoda, fakat kendisi çalmasın, bir divana uzansın, gözlerini yumsun, hiçbiri bilinen yerlere ve insanlara ait olmayan hayallerin uzaklığı ve bulanıklığı içinde onu dinlesin.
Sen de ne tuhaf arkadaşsın! Her zaman, herkesin önünde piyano çalıp şarkı söylememi istiyorsun! Müzik yeteneğimle övünen bir insan olsaydım, benim için paha biçilmez biri olurdun ama doğrusu ülkenin en iyi sanatçılarını dinlemeye alışık olanların karşısına çıkmamayı tercih ederim.
Reklam
İçinde ne bir ölü vardı Ne de bir canlı Bomboştu ölümün arabası. Sormak için seslendim:
"Viyana hayatın tadının çıkarıldığı bir kentti, yaşamın yontulmamış hammaddesine sanat ve aşk, incelik ve zarafet ve kibarlık katan şey kültürden başka ne olabilirdi ki? Bu kentin insanları yeme içme konusunda ağzının tadını bilirdi, kaliteli şaraplara, taze ve keskin biralara, hamur tatlıları ve pastalara çok meraklıydılar. Müzik yapmak, dans etmek, tiyatro yapmak, sohbet etmek, kibar ve saygılı davranmak gibi konulara bu kentte özel bir sanat biçimi gibi özen gösterilirdi. Bireylerin yaşamında olduğu gibi toplum yaşamında da askerlik, siyaset ve ticaretle ilgili konular pek öne çıkmıyordu…başbakan ya da ülkenin en zengin soylusu Viyana sokaklarından geçerken kimse dönüp ona bakmaz ama bir saray tiyatrosu oyuncusunu ya da bir opera sanatçısını bütün satıcı ve faytoncular hemen tanırdı. Çocukken onlardan birinin (onların resimlerini ve imzalarını herkes toplardı) yanımızdan geçtiğini görünce, bundan gururla söz ederdik; onlara duyulan bu taparcasına hayranlık, çevresindekileri de kapsayacak kadar ileri gitmişti".
aşk da müzik gibi bir sanattır; aynı derecede hassas, aynı derecede heyecan verici ve belki de bazen daha yoğun fakat aynı türden duygular...
Sayfa 24
"Hayat, ölüm, aşk, merhamet ve özlem... müzikle duyulabilir. Çünkü müzik sayesinde, bilinç sahibi olduğumuzdan beri ve tarihimiz boyunca elde etmek için mücadele verdiğimiz hürriyetin en yüksek derecesine ulaşma imkanı verilmiştir bize."
Reklam
Müzik, hayatımdaki en önemli şeylerden birisi. Müzikle ilgili sloganım da şudur: Dinle, çal, sev, saygı duy ve çeneni kapalı tut. :) | Albert Einstein
Sayfa 147Kitabı okudu
Yani Einstein'in sadece teorik fizik tutkusundan söz etmek, onu eksik anlamak ve anlatmak demektir. Tutkularını bir sıraya koymak gerekirse; ilki doğayı ve evreni anlamak için altlarında yatan gerçeğe ulaşma arzusuyla tutunduğu teorik fizik, ikincisi müzik ve üçüncüsünün de güzel kadınlar olduğunu söyleyebiliriz.
Sayfa 145 - Albert EINSTEINKitabı okudu
Eğer aşık olup olmadığınız konusunda kafanız net değilse tek bir şeyden emin olabilirsiniz. Aşık değilsiniz. Çünkü aşk sorgulatmaz. Sadece çarpar. Öyle bir çarpar ki seni yere serer. Sen de yere serilmişken sana çarpan şeye değil de o an hissettiğin mutluluğa odaklanırsın. Serildiğin yerden gökyüzüne anlamsız bir gülümseme ile bakarsın. Bir anda beyninin arka planında, sürekli bir müzik çalmaya başlar. İşte o an anlarsın ki, gerçek hayatın en büyük eksikliği bu müziktir.
Sayfa 321 - Elma YayıneviKitabı okudu
Orada, yurdumda, bir adamın beni düşündüğünü bildiğim de, Ansızın çocukluğurnun topraklarına yakın hissediyorum kendimi. Denizler ötesi'yim ben ozanın ve ozan benim denizler ötem. Sevda sözcükleri gidip geliyor kıyılarımız arasında Yaşamlarıınız arasında bir müzik ..
Reklam
Müzik dinlerken artık duyduğu notalar değildi; notaların arasındaki sessizliklerdi. Kitap okurken, dikkatini yalnızca virgüllere ve noktalı virgüllere veriyordu. Noktaya bir sonraki cümleyi başlatan büyük harf arasındaki boşluklara odaklanıyordu. Bir odada, sessizliklerin toplandığı yerlere bakıyordu; perdelerin kıvrımlarına, gümüş kapların derinliklerine. İnsanlar onunla konuştuğunda, söylediklerini giderek daha az duyar oldu; daha çok söylemedikleri üzerinde odaklandı.
Sayfa 157 - Koridor YayıncılıkKitabı okudu
1980 sonrasında, darbecilerin arka bahçesi ve destekçilerince iddia edilen özgür ve liberal yaşam biçimi, o kısa zaman dilimi içinde şiiri de metalaştırmaya başladı. Taştan yağ çıkarmayı bilen kapitalizm ve medya, şiir ve şairden bir rant sağlamanın yolunu buldu. Televizyonlar, radyolar, reklam magazinleri, gazeteler boy boy resimler ve albenili sunumlarla şair ve şiirleri pazarladılar. Müzik eşliginde şiir dinletileri, şiir klipleri, şiir kaset ve CD'leri, şiir saatleri gibi- şiire ve şaire yakışmayan- uygulamalar, metalaşma ve metalaştırma sürecini hızlandırdı. Buna bir'meta furyası’ desek yanlış olmaz, üstelik 1980 öncesinde edebiyat, şiir ya da sanatin hiçbir dalında, hiçbir ölçüde görülmemiş türden... Böyle olunca da, binlerce kötü şiir ortalığı kaplamış oldu. Az okunan iyi şiire, en azından o süreç içinde, yaşamını marjinal olarak sürdürme seçeneği kaldı. (Zaten iyi şiir, 'toplumsal bellek ve zaman'la yerini bulan ve bir kenarda elmas gibi bekleyen şiir degil midir?)
Sayfa 24 - 12 Eylül ve ‘80’ Sonrası ŞiirKitabı okudu
Antropoloji, hamile bir kadının eşine, çocuk taşıyormuş gibi muamele edildiği kültürleri bize tanıtmıştır. Bu geleneğe couvade denir, Marco Polo bu konuyu bize unutulmayacak bir şekilde anlatmıştır. Marco Polo gözlemlerini on üçüncü yüzyılda Çin’in Türkistan bölgesinde yapmıştı. Türkmen kadını çocuğunu doğu­rur doğurmaz ayağa kalkıp normal işlerinin başına dönebilirdi, oysa eşi kırk gün loğusa yatağında yatıp ciddi bir tavırla ziyaret­çileri kabul ederdi. Aynı yüzyılda Aachen’li Henry, Heirıric en Margriete van Limborch adlı aşk romanını yazmıştır ve bu yapıtta şunları anlatmaktadır: Ünlü kraliçe Pauca, yedi milyon kadının peşinden gittiği Pauca’lı kadın hepsi kocalarının efendisi; çok az acı çekerler, çünkü bu kadınlar çocuk doğurduktan sonra hemen kalkarlar, oysa erkek yatar, ve kadınlar, duyduğuma göre, zamanları dolana dek ona hizmet etmelidirler. Müzik susar, kadınlar savaşmalıdır artık, çünkü erkek acıya dayanamaz …
Sesini duyduğunda ona duyduğu aşk yumruk gibi çarptı suratına. Ne sesti o! Uzaklardan hafifçe gelen müzik gibi veya daha iyisi, gümüş bir çanın mükemmel tondaki billur sesi gibi hoş ve tatlıydı. Hiçbir kadının sesi böyle olamazdı. Göksel bir tarafı vardı, sanki öte âlemlerden geliyordu.
Sayfa 117 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Evet, aşk neydi? Güllerin arasından esen bir rüzgâr, yok yok kandaki sarı fosforlaşma. Aşk yaşlıların kalbini bile yerinden hoplatan cehennem ateşi sıcaklığında bir müzik, akşam çökerken kocaman açan bir papatya ve bir dokunuşta, bir nefeste kapanan anemon çiçeğiydi. Aşk böyleydi işte.
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.