Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Şems korkusuzluğun ışığıdır. Sevgi korku yatağına yatırılsa bekâretini kaybetmiş, tacize uğramış mağdura dönüşür. Yürek o yataktır. Sevgi ise masumiyetle doğan bebek. Sevgiyi ya da herhangi bir duyguyu baskı altında tutmak bir suçtur, ruhu sakatlar. Sevgiden daha çok korku üzerine odaklanır ve günah olan budur işte. Korkuya daha fazla önem vermek günah, sevgiye daha fazla önem vermek ise erdemdir. Çünkü kişinin hayatın daha yüksek doruklarına, Allah’a ulaşması sevgi aracılığıyla olur. Korku dolu birisi büyüyemez. Korku sakat bırakır, felç eder, o cehennemi yaratır.
Sayfa 110Kitabı okudu
Bir insan için cennet, diğeri için cehennem olan, cennet diye adlandırılmayı hak etmez.
Sayfa 110Kitabı okudu
Reklam
“Mesele mükemmellikteki âcizlik değildir. Arayanın dengesizliğidir. Yaşamı boyunca mükemmel bir kadın arayışı yüzünden bekâr kalmış bir adam tanımıştım. Yetmiş yaşına gelmişti. Bir gün birisi ona şöyle sordu; ‘Seyahat edip durmaktasın; Anadolu’dan Avrupa’ya, oradan da Asya. Ülkü ülke dolaşıyorsun. Bir tane bile mükemmel kadın bulamadın mı?’ Yaşlı adam çok hüzünlenmiş. ‘Evet, bir seferinde buldum. Bir gün, çok uzun zaman önce mükemmel bir kadınla karşılaştım.’ ‘O zaman ne oldu? Niçin evlenmedin?’ diye sordum. Üzüntülü bir şekilde, ‘Ne yazık ki o da mükemmel bir erkek arıyordu,’ dedi. Mükemmel birisin ararken kendi muhteşemliğini kaybedersin. İnsanlar sadece mükemmel bir erkek ya da mükemmel bir kadın bulduklarında seveceklerini zannederler. Saçmalık! Onları hiçbir zaman bulamayacaksın çünkü mükemmel kadın ve mükemmel erkekler mevcut değildir. Ve şayet var iseler senin sevgini umursamayacaklardır. Onlar geçici olanla ilgilenmeyeceklerdir. İki varlık mükemmel olduğunda, onların aşk ihtiyacı senin aşka olan ihtiyacınla aynı değildir. Tıpkı günümüzün aşk arayışında olanların Mevlana ve Şems’in dostluğunu anlayamadıkları gibi.
Dostunun yaptığı sıkıntı ve beladan kendi yapmışçasına yüzü kızaran kişiye dost denir.
Şems’in iç huzurunun bir sebebi de dış seslere kapalı olmasıydı. Dış ses içindeki evham denilen pamuğu tutuşturan kıvılcımlara benzer. Evham seni ehramlaştırmaya kadar götürür. Yani kibir... Yani kendini üstün görme hastalığı... Bu hastalığa yakalanan kişi kendisine iyilik yapmak isteyeni düşmanı olarak görür.
Allah’ın gözetiminde olduğunu bilmek, kendini sorumlu görmeyi kazandırır. Tasavvuf, dilde hiçbir şey, gönülde her şeydir. Sufilik bir kalp bilgisidir. Ama kalp, kalp olarak yaratılmadan önce Allah oradaydı. Beytullah, Beytullah olalı, Allah gidip orada oturmadı.
Reklam
“Bir gün Hz. İsa, yol kenarında bir duvarın üzerinde perişan bir vaziyette oturan birkaç kişi görmüş. Onlara sormuş: ‘Sizi böyle kederlendiren nedir?’ Onlar ‘Cehennem korkumuz bizi bu hâle soktu,’ diye cevap vermişler. Yoluna devam etmiş ve yol kenarında çok üzgün duran bir grup insana daha rastlamış. Sormuş: ‘Sizi böyle kederlendiren nedir?’ Onlar ‘Cennet arzusu bizi bu hâle soktu,’ diye cevap vermişler. Yoluna devam etmiş ve üçüncü kez bir grup insana daha rastlamış. Çok ızdırap çekmiş bir halleri varmış, fakat yüzleri parlıyormuş. Hz. İsa onlara sormuş: ‘Nedir sizleri böyle yapan?’ Cevap vermişler: ‘Hakikatin ruhu. Biz gerçeği gördük, bu da bizi daha küçük hedeflere ilgisiz kıldı.’ Hz. İsa şöyle demiş: ‘İşte kazananlar bunlardır. Hesap günü, Allah’ın huzurunda olacak olanlar bunlardır.’”
“Tasavvuf, incitmek değil, incindiğin yerden yeniden filiz atmaktır. Tasavvuf, bir özenti, moda yahut popüler bir kültür değildir. Tasavvuf, gönülleri tamir eden bir şifahanedir. Söyleyin bana, hangimizin yarası yok? El-Hak, hepimiz yaralıyız! Peki, bu yarayı iyileştirecek olan nedir? Gönlümüze hangi el dokunacak? Hangi ses bizi hakikate çağıracak? Yetmez mi hayal kırıklıklarındaki parçalanmışlığımız? Nereye dek rüzgârın önündeki kuru yaprak gibi savrulacağız? Hani gözlerine baktığınızda içinizdeki közü söndürecek bir güneş gözlü? Nerede suratımıza çarpılan, başımıza kakılan, ayıplayan, kınayan, dil yarasını dindirecek o ümit sesi? Bütün bu soruların cevabını tasavvufta bulursunuz. İnsan, çelişkili bir yaratık. Hem kaybolur, hem bulunmak istemez. Hem arar, hem de ne bulduğunu bilmez. Şems’in Mevlana’ya ‘Beni bul!’ demesi, hakikatte ‘Kendini bil!’ demekti. Âşığın görevi, maşuğunun yanına değil, yarasına gelmekti. O nedenle tasavvuf, insanı insanda bulma yoludur.”
“Nereye gitmeyi düşünüyorsun?” “Konya’ya gideceğim,” dedi. “Ne bulacağımı, doğrusu neyi, neden aradığımı bilmiyorum, ama gideceğim. Dün gece saatlerce Mevlana’yı araştırdım. Çok özel bir insan o.” “Konya mı? Kızım gidecek başka bir yer bulamadın mı? Konya bağnaz bir şehir. Sıkıntı yaşarsın. Başka bir şehre gitsen. Mesela bir sahil şehri yahut yurt dışına göndereyim ne dersin?” “Anne sevgi ve hoşgörü elçisi Mevlana’nın yaşadığı şehir nasıl olur da bağnaz, yobaz olur? Bu peşin hükümlü yaklaşımın hep seni karanlıklarda tutuyor. Mevlana, ‘Gel’ derken ayrım gözetmezken sen gidişlere duvar örmekle çağdaş mı oluyorsun?”
Vurgun yediğimiz yer, yitirecek hiçbir şeyimizin kalmadığına en çok inandığımız yerdir.
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.