Taşıdığı ad gibi fatih olan Kapgan, tahtta kaldığı yirmi dört yıl içinde çok mühim şeyler yaptı. Onun uyguladığı siyasetin üç temel hedefi vardı.
Bu hedefler:
1- Asya kıtasında ne kadar Türk varsa hepsini Gök Türk birliğine bağlamak,
2- Çin'de dağınık vaziyette yaşayan Türkleri tekrar anavatana çekmek, böylece esaret altındaki Türkleri kurtarmak,
3- Çin'i sürekli baskı altında tutmak suretiyle, ülkesini hile ve entrikalardan korumak, ayrıca onlardan aldığı yiyecek ve tarım ürünleri ile kendi halkını beslemek idi.
Herhangi geniş bir çalışma yapmadan Sumer dilini Türk diline benzetenler ise A. Falkenstein,4 Hartmut Schmökel ve S.N. Kramer'dir. Kramer birçok yazısında yeri geldikçe bunu tekrarlamıştır. Ölümünden iki ay önce çevirisini yaptığım ve Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan Tarih Sumer'de Başlar kitabını eline aldığı 28 Eylül 1990'da bana şöyle yazmıştı: "Ne de olsa bu kitap büyük bir olasılıkla Türkçe gibi bitişken bir dil konuşan ve GüneyMezopotamya'ya 6-7 bin yıl önce Orta Asya'nın herhangi bir yerinden göçmüş olan Sümer halkı hakkında. Sümerlerin Türklerle ilgili bir halk olduğu fikri Atatürk zamanında geçerliydi. Böyle olabileceği hakikatten hiç de uzak değildir."
Fikirləşirdim ki,niyə heç kəs başına nə gələcəyini bilə bilmir,bəzən fəlakəti görürsənsə də ondan xilas olmaq mümkün olmur,nə üçün bütün həqiqəti heç bir zaman demək olur?
Her şeyiyle -yaşamı, sesleri ve muhteşem renkleriyle- zengin İstanbul Çarşısı üç kıtanın, Avrupa, Asya ve Afrika'nın faal, merkezi ve adeta kaynayan bir noktada buluştuğu dünyadaki tek yerdir.
İngiltere, çekip gittiği ve kendi haline bıraktığı hiçbir yerde, kötü bir namla anılmıyor. Geçtiğimiz yüzyılın büyük sömürgeci ülkeleri Fransa, İtalya, Belçika ve Almanya'nın Afrika'dan Asya'ya ardında bıraktığı kanlı izlerle kıyaslandığında, eski sömürgelerinde İngiltere'nin hâlâ hayranlıkla izlenmesi, gerçekten düşündürücü. "Beş çayı" âdetinden kriket oyununa, İngilizcenin yaygınlığının Londra'yla sıcak siyasî münasebetlere, İngiltere eski sömürgeleriyle bağını da koparmış değil esasında. Bugün Pakistan'ın dağ köylerinde, yalın ayak medrese öğrencileri kriket oynuyorsa, irkilmemek elde değil.
Türk dilinin z/ş kolu, 15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren klasikleşmeye meyleden iki büyük yazı diliyle temsil edilmiştir: Osmanlı Türkçesi ve Çağatayca. Çağatayca veya Çağatay Türkçesi, genel manada Osmanlı kültür muhiti dışında kalan Orta Asya'da ve Altın Ordu sahasındaki Özbek, Uygur, Kazak, Tatar, Başkurt gibi Türk kimliğinin ortak yazı dili olarak kullanılmıştır. Osmanlı Türkçesinin Eski Anadolu Türkçesi üzerine kurulması gibi Çağatayca da Harezm Türkçesi üzerine kurulmuştur.
Karahanlılar (Hakaniye) her ne kadar 9. yüzyıldan 13. yüzyılın başına kadar Kaşgar merkez olmak üzere hüküm sürmüş bir Türk devleti olsalar da Karahanlı Türkçesi (Buğra Han Tili) terimi, kendisini temsil eden dil malzemesi bakımından, Caferoğlu'nun (2001) Müşterek Orta Asya Türkçesi olarak adlandırdığı edebi dönemin ilk evresi olup 11-13. yüzyılları kapsamaktadır.
"Hep güneşi kovalamışız."
"Evet, güneşi kovalayarak, yurt, devlet, hanedan, din, alfabe değiştire değiştire, Orta Asya'dan Küçük Asya'ya, Anadolu'ya gelmişiz, ancak burada sükûn bulabilmişiz. Biz Batı Türkleriyiz.
Hümanizm adı altında insanı öne çıkaran ateistler neden insanlığın uğradığı krizleri görmezden geliyorlar? Afrika, Asya ve Güney Amerika sömürgeleştirilerek yoksullaştırılırken neden bu ateistler o bölgeleri geliştirecek ve refaha eriştirecek bir formül üretemediler? Anılan bölgelerde kurulan ateist komünist yönetimler, neden o bölgelerin mağduriyetini artırmanın ötesinde bir katkıları olmadı?
Geceyi gördü mü çükü kalkandan bu memlekete mizah yazarı bile olmaz! Otobüsün kalkıyor. Gidiyorsun. Trenin kalkıyor. Gidiyorsun. Uçağın, traktörün, bisikletin kalkıyor. Hep, heep gidiyorsun. Çükün kalkıyor; gidiyorsun. Uzak Asya'dan topuklayıp, zahmet edip taa buralara kadar geldin. Hoşgeldin! Hoşgeldin de, organlarını neden yanında getirdin! Sen bende yatıya kalabilirsin, ama onlara yer yok! Vücutsuz yaklaş yanıma, seni seviyorum de; ben de sana leblebi pastası vereyim, ben de sana Kırmızı Başlıklı Kız'ı eroine alıştıran ormandan sözedeyim, ben de sana bok rengi çiçekler açan sardunyalardan, bunayan yaşlı şairlerden konu açayım! Açıl çocuk! AÇIL LEN! İçine, seni etinden bir ruh parçası olarak almaya gireyim.
-"N'aber?!" diyor arkadaşım.
-"Önce özetler!" diyorum eskiden olduğu gibi.
Neyse, Ankara'nın gündeminde: Seni Köpekler Gibi Seviyorum!
445'te Bleda ölünce yerine Attila tek başına Hun İmparatorluğu'nun hakimi oldu. Artık iktidarının zirvesine ulaşarak, o devir Asya ile Orta Avrupa'nın tek hakimi durumuna yükselmişti. Ona karşı koyacak hiçbir kuvvet kalmamıştı. Bunun psikolojik belirtisi olarak savaş tanrısı Ares'in uzun zamandan beri kayıp olduğu düşünülen kutlu kılıcını bir Hun çobanı bularak Attila'ya getirdiği söylentisi yerli Avrupa toplumları arasında yaygınlaşmıştı. O devir inanışına göre Ares'in kutlu kılıcının Attila'nın eline geçmesi artık yeryüzüne hükmetme yetkisinin Tanrı tarafından ona verildiğinin işareti sayılıyordu. Sadece psikolojik açıdan değerli olan bu söylenti Avrupa'da 20. yüzyıla kadar Attila'nın ününün ulaşmasını sağlamıştır.