İnsanların mutsuz oldukları bir toplumda yaşıyoruz. Yalnız, çeşitli korkular altında acı çeken, ruhen dengesiz, yıkık ve bağımlı olan bu insanlar, önce bütün çabalarıyla kendilerine boş zaman yaratmaya çalışırlar, sonra da bu zamanı "öldürebildikleri" ya da geçirebildikleri oranda sevinç duyarlar. Ne acı bir çelişki.
Gariptir ki, sınırsız doyum ilkesi ile boş zamanlardaki ve tatillerdeki tembellik anlayışı, endüstri çağının disipline edilmiş çalışma düzeniyle temelden çelişmektedir ve çoğu kimse bunun farkında değildir.
"Olayları oldukları gibi görmeye cesaret edelim. İnsan, insan üstüne yükselmiştir... ama insanüstü güce erişmenin gerektirdiği, insanüstü akılcılığı gösterememektedir. Artık şu gerçeği itiraf etmenin zamanı gelmiştir sanırım: Üstün insan, gücünün artmasıyla birlikte, gerçekte zavallı ve acınacak insan haline gelmiştir... Uzun süredir anlamamız gereken bu gerçeği, şimdi lütfen kabul edelim. Üstün insan olmakla, gerçekte, insan dışı bir varlık olduk biz."
Yaşamımızın efendisi olmak düşleri, hepimizin bürokrasi makinesinin birer çarkı olmamız karşısında, suya düşmüştür.
Duygu, düşünce ve tutkularımız, kitle iletişim araçlarına egemen olan endüstri ve devlet güçleri tarafından yönlendirilmektedir.
Günümüz toplumları tamamen "sahip olmak" ilkesine göre işlemektedirler. İster kapitalist, ister sosyalist olsun tüm düzenler; mal, mülk, kazanç, daha çok kazanç tutkusu, açgözlülük, şöhret, iktida gibi yanlış temeller üzerine kurulmuşlardır.
"Olmak" ise "sahip olmak"ın karşıtıdır. Hiçbir şeyi elde etmeye, kendine mâl etmeye ve ona egemen olmaya çalışmaz. "Olmak" her şeyi kendi bütünlüğü, canlılığı, yaşamı ve gelişimi için sevmek demektir.
Erich Fromm "sahip olmak" ile "olmak" ilkelerini ya da yönlenişlerini insan var oluşunun iki temel kategorisi olarak değerlendirir. Mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye "sahip olmak" demek onları ele geçirmek, kendine mal etmek, onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmak anlamına gelir. Ama bu maddesel sahip oluşların sonu yoktur. İnsan hiçbir zaman yeterince şeye sahip olamayacaktır. Çünkü maddesel olan, elle tutulan aldatıcı ve geçicidir. Bu nedenle "sahip olmak" tutkusundaki insanlar hep kendilerinden fazla şeye sahip olanları kıskanacak, az şeye sahip olanlardan ise kendi mallarına göz dikecekleri telaşıyla korkacaklardır.
Böylesi bir tarihî görev ve sorumluluklara karşı karşıya olan insanlığın doğru yolu bulabilmesi için davranışlarını ve inançlarını şimdi yaptığı gibi "sahip olmak" ilkesine göre değil "olmak" ilkesine göre ayarlanmasj gerekir.
Çoğu kimse farkında olmasa bile, artık insanlık bir dönüm noktasına gelmiştir. Bu anda yapacağı bir seçme ile ya yok olacak ve kendisi ile birlikte tüm canlıları ve dünyayı ortadan kaldıracak ya da yaşamını ve gelişimini sürdürmeye devam edecektir. Bu büyük tehlikeden kurtulabilmenin tek yolu, insanların ve onları şartlayıp, yönlendiren toplumsal yapıların kökten değiştirilmesidir.